Edirne Şehitliği'nde yine bir bayram sabahı. Ancak bu kez Öcalan'ın yakalanmış olması yüreklere bir parça su serpmiş
Ahmet TULGAR Fotoğraflar: Bahadır BEYARSLAN
Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının ardından yaşanan ilk bayramda Edirnekapı Şehitliği'nde farklı bir telaş. Şehit aileleri bu kez oğullarının, kardeşlerinin başucuna anlatacak daha fazla şeyle geliyor.
Bayramın birinci günü İstanbul'da yağmur yağıyor. Dünün bayram temizliğinde, mezar taşları bol deterjanla ovalanırken, çiçek tarhına dönüşmüş mezarlar sulanırken hayatı ve hayatın gereklerini hatırlatan su, bugün aynı çağrışımlara yol açmıyor. Dünün güneşinde tertemiz yıkanan mezar araları çamur olmuş.
Mezar aralarında dolaşanlar arttıkça çamur iyice yayılıyor. Bugün bayramlıkları içindeki ziyaretçiler çeşmeden su taşımıyor. Giysiler birkaç gün temiz kalmalı. Bayram temizliği bitti, şimdi bayram ziyareti zamanı. Arifenin emeğinin yerini bayramın törenselliği almış.
Bütün mezartaşlarındaki manilerde kendilerine, sadece onlara seslenilen analar, sadece onlar sessizce ağlıyorlar ama analar oğulları sağken de bayram sabahları bir tuhaf olurlardı.
Bugün sayıları düne göre çok daha fazla olan erkekler, babalar, ağabeyler, yaşları ağabeylerine yetişen delikanlılar avuçlarının içinde sakladıkları sigaralardan derin derin çekiyorlar. Erkekler Apo'nun Türkiye'ye getirilmesiyle pratik çözümlere yönelmiş, duygusal konuşmalar yerine siyasal analizleri tercih ediyorlar.
Çocukları yan yana yatan analar, babalar aralarında bir başka tür komşuluk ilişkisi geliştirmişler. Görüştüklerinde hal hatır soruyor, hayattaki çocuklarının
okul ve iş durumundan söz açıyorlar.
Analar, genç kızlar mezar aralarında dolaşıp açılan avuçlara gül suyu döküyor, şeker tutuyorlarlar. Herkes şehidinin mezarını mesken olarak görüyor. Oğulları orada, gelenleri de ağırlamak lazım.
Bu arada alnına çatkı çatmış bir ana, Gürbüz Yıldırım oğlu Ecevit'in mezarının başına geliyor. Oğlunun resmini öpüyor.
Gazete kağıdına sardığı, iki çıta arasına gerili Türk bayrağını mezarın toprağına dikmek için hırsla uğraşıyor.
Gürbüz Ana'nın diğer oğlu ağabeyi ölünce kafasını duvarlara vura vura kendisini hasta etmiş. Artık akıl sağlığı yerinde değil. Evde oturuyor. "Burası biraz tenhalaşsın, o tek başına gelir" diyor anası. Ecevit, Bingöl'de 1994 yılında kendisi gibi Karslı iki arkadaşıyla vurulmuş. Şehit olduğu haberini Ecevit'e kız istemeye gittikleri evde almışlar.
Ecevit, inşaat mühendisiymiş. Anası, "hepimize bakacaktı" diyor. Şimdi Esenyurt'ta oturuyor ve üç ayda aldıkları 150 milyonla geçiniyorlar. Bu da yine Ecevit'in parası. "Oğlumun parasıyla yaşamaya çalışıyoruz" diye dert yanıyor Gürbüz Ana.
Ve aniden mezartaşlarının iki yanındaki mermer vazolardaki plastik çiçeklere, dalından koparılıp jelatine sarılmış buketlere nazire yaparcasına, hayatın bütün gürültüsünü hissettirerek bir limon çiçeği, bir manolya tomurcuğu patlıyor. Bembeyaz giysileri içinde bir kız çocuğu bayram şekeri dudaklarını kırılan dalına uzatıyor. Kendi şehitlerinin mezarından sonra kucakta tek tek bütün mazarlara taşınıyor. Tomurcuk kız bütün kırılan yaş dallarda birer bire açıyor.
Tomurcuk kızla, onun neşesi, ölüme dair bilinçsizliğiyle hayat tekrar Edirnekapı Şehitliği'ne ziyarete geliyor. Gelebiliyor.