The OthersTürk'ün radyasyonla imtihanı

Türk'ün radyasyonla imtihanı

17.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türk'ün radyasyonla imtihanı

Türkün radyasyonla imtihanı
17 Ocak 1999
Göksel Göksu ÖZKÖYLÜ

Tarih 26 Nisan 1986. Kiev'de (Rusya) bulunan Çernobil Nükleer Reaktörü patladıktan hemen sonra göğe yükselen bulutlar kısa sürede Karadeniz ve Trakya semalarına ulaştı. Türkiye, sonradan yüreklere korku salan radyasyonla ilk kez Çernobil kazası sırasında tanıştı. Çernobil bulutlarından çevreye yayılan radyoaktif serpinti; çayı, fındığı, eti, sütü etkiledi birer birer. Sonra günlerce, hatta yıllarca tartışıldı radyasyon, ama kimse üzerinde fikir birliğine varamadı bir türlü. Kimi zaman hastanelerin çöplüğünde rastladık izine, kimi zaman nükleer santral tartışmalarıyla girdi gündemimize. Konuya duyarlı çevreler tarafından radyasyonlu çöplerin özel kurşun kalıplar içine konularak imha edilmesi gerektiği anlatılıyordu. Sonra ilgili kurumların denetimi ve gözetiminde nükleer ömrünü tamamlaması beklenmeliydi... Kısacası zararlı olduğu söyleniyordu radyasyonun.

Radyasyon içilir mi?
Oysa Türkiye'de radyasyonun zararı bir yana az miktarda alındığında nasıl da yararlı olduğu anlatıldı. Kazanın ardından Batı Avurpa'da tahminen 100 - 200 bin kadın, sakat çocuk doğurma endişesiyle kürtaj olmayı seçerken, Türkiye'de yetkililer gözümüzün içine bakarak çay içti o günlerde. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakanı Turgut Özal, Sanayi ve Ticaret Bakanı ve aynı zamanda da Radyasyon Güvenliği Komitesi Başkanı Cahit Aral, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre... Çernobil kazası denildiğinde gözümüzün önüne yalnızca, çay içen bakan görüntüsü gelmiyor mu?
Hatırlayalım, Aral duyarlı kesimlerden gelen kimi tepkileri abartılı buluyor, çayın imha edilmesi halinde ülke ekonomisine verilecek zarara dikkat çekiyordu. Bir açıklamasında (nasıl bağlantı kurduysa) Türkiye'de radyasyon olduğunu söyleyenleri dinsizlikle bile suçladı!
Aslında paniğe kapılması gereken vatandaşlar, önce yatıştırıldı; sonra da temiziyle harmanlanan bir kısım radyasyonlu çay bir güzel satışa çıkartıldı. Radyasyonlu çayın nasıl zararsız olduğunu anlatan yeni TAEK yönetimi, bir yandan da eldeki radyasyonlu çayı yoketmenin yollarını aramaya başladı. Sonunda çayların bir kısmı gömüldü, bir kısmı yakıldı, bir kısmı da afiyetle içildi...
Radyasyonlu çayı içenlerin uğradığı zararı zaman gösterecek. Ancak reel sonuçlarını gözlerimizle görmesek de, Türk'ün radyasyon karşısında verdiği ilk sınav karşısında yenildiğini söylemek için kahin olmak gerekmediği de ortada.

Kim korkar radyasyondan?
Aradan 13 yıl geçti. Bu süre içinde radyasyonlu çayı yudumlamak bir yana, cesur bir şekilde radyasyonun üzerine üzerine gitmeyi bile öğrendik. Biz radyasyondan korkmuyorduk artık. Hatta onu kesip biçecek kadar güçlenmiştik. Tedavi ve tahlilde kullanılan radyoaktif maddeleri kurşun kalıplar içine koyarak, uygun koşullarda yok olmasını beklemek iyi fikirdi. Ama kurşun zırhı satarak para kazanmak isteyenlerin olabileceği hiç hesaba katılmamıştı...Günlerden bir gün İstanbul'un İkitelli'sinde, içinde bulunduğu kurşun zırhın kesilmesiyle serbest kalan radyoaktif kaynak, çevreye ölüm saçtığında da tavrımız değişmedi. Gazeteciler okur ve izleyiciyi bilgilendirmek uğruna kurşun zırhın atıldığı hurdalıkla, radyoaktif ışına maruz kalan iki hastanın bulunduğu Özel Güneş Hastanesi arasında mekik dokudu.
Çevre halkı, hurdalığı çok merak etti. Yıllardır adını duydukları radyasyonu bir de gözleriyle görmek, hatta mümkünse elleriyle tutmak istedi (Neyse ki bu kadarına fırsat bulamadı). Arama çalışmaları, günlük giysiler içindeki uzmanlar tarafından uzun saplı bir tarayıcıyla yapıldı. Çekirdeğin içine yerleştirildiği kurşun silindir bulunduğunda, yakındakiler silindiri ayaklarıyla çevirerek kontrol etti. Sonra kobalt çekirdeğinin silindirin içinde olmadığı anlaşıldığı gibi, çekirdek de üç günlük bir çalışmanın sonunda bulunabildi.

Radyasyondan koşarak kaçıyoruz
Peki, Türk'ün radyasyon karşısında verdiği ikinci sınav başarıyla sonuçlandı mı? Bu sorunun cevabını gelecek günler gösterecek. Ancak Çernobil deneyinden geçmiş bir ülke için şu soru çok önemli: "Alınan önlemler yeterli miydi?"Bu soruya Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi Müdür Vekili M. Yaşar Özal "Evet" cevabını veriyor.
Oysa hastaların karantinaya alındığı haberini veren gazeteciler, karantinaya alınan hastalarla röportaj yapıyor. Tedavi amaçlı kullanımı sırasında bile özel giysi zorunluluğu getirilen kobalt 60 izotopunun, günlük kıyafetlerle aranması olağanmış gibi anlatılıyor. İzotopu elinde kürekle arayanların, saatte 300 bin kilometre hızla yayılan radyasyon ışınlarından koşarak kaçması insanın kafasını karıştırıyor.
Ya kobalt 60 izotopundan yayılan radyoaktif ışınlar aslında ölümcül değil ya da gerek hastane yetkilileri, gerekse nükleer uzmanlar almaları gereken önlemleri almıyor...
Radyoaktif ışınlar dokuz kişiyi (bilinen) ölümcül biçimde etkiledi. Kaldı ki olayı izleyen gazetecilerin bir kısmı da 'düşük düzeyde' radyasyona maruz kaldı.
Yetkililer 12 yıl öncesinde yaşanan Çernobil kazasında olduğu gibi, önlem alınması gerektiği konusunda yapılan eleştirileri anlamsız, tepkileri abartılı bulmayı sürdürüyor. Önce çaydaki radyasyonun zararsız olduğunu açıklayıp sonra imha yöntemlerini tartıştık. Şimdi etkisini saat ve metre cinsinden hesaplıyoruz. Daha da önemlisi, henüz nükleer atıkla başedemezken, çevrecilerin tüm karşı çıkışına karşın Akkuyu Nükleer Santralı geliyor...

Çernobil'den sonra ne oldu?
* Aradan iki yıl geçtikten sonra Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), nükleer reaktör kazasının ardından iki ay süreyle radyasyonlu su içtiğimizi açıkladı.
* Kazadan sonra tam 58 bin ton çayın halka satılması sakıncalı bulundu.
* Gözümüzün içine bakarak çay içen TAEK Başkanı Ahmet Yüksel Özemre, görevden alındıktan sonra radyasyonlu çayın fırınlarda yokedilmesinin bile sakıncalı olduğunu açıkladı.
* TAEK'in son Başkanı Atilla Özmen de radyasyonlu çayın sağlığa zararının olmadığını açıkladı, ancak bir yandan da eldeki çayı imha etmenin yollarını aradı.
* 1987 yılında, Türkiye'den kaçak olarak Mısır'ın İskenderiye Limanı'na götürüldüğü sırada ele geçirilen iki ton esrarda yüksek oranda radyasyon tespit edildi.

Radyasyon ve kanser
Radyasyon uzayda saniyede 300 bin kilometre hızla hareket eden gama ve röntgen ışınları gibi elektromanyetik dalgalara veya elektron, nötron, proton vb. gibi atom parçacıklarına verilen addır. Radyasyon insan vücuduna kolayca nüfuz edebilir ve madde içinde hızla yol alırken karşısına çıkan atom ya da nükleer moleküllerle çok şiddetli bir biçimde çarpışır. Bu çarpışma sonunda hücre ölür ya da yaralanır. Yaralı hücre iyileştikten aylar ve yıllar sonra kontrolsüz çoğalmaya başlar, yani kanserleşir.