The Others Uyuma Türkiye, biz uyumuyoruz

Uyuma Türkiye, biz uyumuyoruz

27.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Uyuma Türkiye, biz uyumuyoruz

Uyuma Türkiye, biz uyumuyoruz


Bazı iller, 17 Ağustos gecesi deprem felaketini unutmadıklarını göstermek için 'uyuma Türkiye biz uyumuyoruz' sloganıyla uyumamışlardı. Bodrum'da uyumadı o gece. Ama tek amaçları vardı: Çılgınca eğlenmek...


       Kocaelililer bir yılı aştı uyuyamıyorlar. Döşeğinden sıçrayan sıçrayana. 17 Ağustos'un yıldönümünde birçok il de bu uykusuzluğa "Uyuma Türkiye, biz uyumuyoruz" sloganıyla ortak oldu.
       Bodrum da uyuyamıyor. Ne uyuyor, ne uyutuyor. Altıdan önce yatağa giren yok. Yatağına giren de bangır bangır müzik eşliğinde sağa sola dönüp durmak zorunda kalıyor. İstanbullu bar işletmecileri ise Bodrumlular'ın şikayetlerini yersiz bularak, "Biz onlara iş ortamı sağlıyoruz. Ayrıca Bodrum bir eğlence merkezi, buraya gelen bunu göze almak zorunda" diyorlar.
       Oysa durum çok acıklı. Bodrumlu hızla toprağının efendiliğinden uşaklığa geçiyor. O barlarda çalışan delikanlılar daha birkaç yıl öncesine kadar kendi topraklarını işliyor, zeytinlerini yetiştiriyorlardı.

       İdeolojinin adı 'Eğlence'
       Bodrum'da sabahlanılıyor, her yer tıklım tıklım falan ama doğrusunu söylemek lazım gelirse ben öyle magazincilerin deyişiyle "çılgınlar gibi eğlenenleri" göremedim. Çünkü keyif alabilmek için bile öncelikle zeka gerekiyor.
       Bir kere Bodrum sevgiliyle gidilecek yer olmaktan çıkmış. Kimse kimseyi sevme derdinde değil. Burası bir baştan çıkarma yeri. Herkes çevreyi süzüyor. Kimse karşısındakinin gözünün içine (Gümüşlük hariç) bakmıyor. Konuşurken, gülüşürken, öpüşürken bile gözler çevreyi tarıyor. Müthiş bir eğlenme ideolojisine saplanma hali. O kadar ki daha havaalanında havaya giriliyor, ortalama bir espri çılgın kahkahalarla karşılık buluyor.
       Biz de magazin muhabiri Yaşar Çakmak ile eğleniyor gibi yapanları izliyoruz. Pekala İstanbul'da da yapabilecekleri şeyleri yapmak için niye Bodrum'a geldiklerini anlamaya çalışıyoruz. Belki de Bodrum'un özelliklerinden bihaber oldukları için İstanbul'daki davranış kodlarını aşamıyorlardır, kimbilir.

       İngilizler daha sıcaktı
       Günlerden 17 Ağustos'tu. Yaşar ile şöyle bir barlar sokağını arşınlayalım dedik. Baştan sona kontrol ettik. Memleket gençlerinin "çılgınca eğlendiğine" kanaat getirdikten sonra, bir de İngilizler'e bakalım deyip tümüyle İngiliz işgali altındaki Gümbet ile Bitez'e yol aldık.
       Gümbet'te eğlenme halindeki İngilizler'i daha gerçekçi ve samimi bulduk. İskoçyalılar, İrlandalılar, Hollandalılar yemiş içmiş düpedüz eğleniyorlardı. Yani dans ediyor, kahkaha atıyor, öpüşüyorlardı. Öyle konuşurken omuz üzerinden etrafı süzme, sürekli çevreye bakınma hali yoktu kimsede. Her taraf İngilizle dolu olduğu için bar isimleri de bu asalete uygun olarak saptanmıştı.
       Crown Bar, Empire Bar, Queen Victoria, The Central Bar, Memorie's arasında ilerlerken ve tam kendimizi yabancı diyar esprisine kaptırmışken 5 yaşındaki çocuklarımızın sabahın 04.00'ünde elimize gül tutuşturmasıyla memleket gerçeğine dönüverdik. Ayrıca X Bar'ın sahibi Zeynel Kılıç'tan durumun görüldüğü kadar parlak olmadığını öğrendik.
       Kılıç, İngiliz nüfusunda büyük düşüş olduğunu, barlarla ilgili yasakların caydırıcılığını, ayrıca 250 pounda İspanya'ya gidebilecekken kimsenin 450 pounda Türkiye'ye gelmek istemediğini belirtti.
       Anlatılanlar doğru olabilir ama ben, İngilizler'in bizdeki "servis" anlayışını da değerlendirmeye kattığına inanıyorum. Nitekim X Bar'dan içeri adımımızı atar atmaz, 150 kiloluk cüssesi, elindeki oyuncak tabancasıyla erotik dans yapan bir İngiliz kadınıyla karşılaşıyoruz. Kadın arada mola verip yanındaki Beşiktaş üniformalı genç ile uzun uzun öpüşüyor. Beşiktaşlı gencimiz de her öpüşmeden sonra tribünlere zafer işareti yapıyor.

       Bir Türk klasiği
       Ertesi gün Yaşar Çakmak ile ağır takılmaya karar verip Günay'a Muazzez Ersoy'un gala gecesine gidiyoruz. Tüller içinde bir şarkıcı, bildik şarkılar, assolist kıvırması (yani dozunda)... İnsan bir Türkiye klasiği izlemiş oluyor. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki, değişmeyen bir şeylerin kalması duygulandırıyor. Ama biraz sonra Maksim'de kadınlar matinesinde olmadığımı anlıyorum. Gençliğinde bir türlü istediği gibi eğlenemeyen Semra Özal, malum gece hayatının vazgeçilmez müşterisi, şarkıcıların kadim dostudur. İşte Semra Hanım böyle şarkıcı şarkıcı gezerken, devletin resmi polisleri de onu koruyor. Bu koruma meselesi eğlence hayatımızda yeni bir durum. Oradan sonra gittiğimiz Nispet Bar'da da bir otelcinin kızının korunduğunu görüyoruz. Kız sevgilisiyle el ele oturuyor, arkasında koruma bekliyor. Bu kız kim, kime karşı korunuyor anlayamıyoruz. Mesut Yılmaz'ın Bodrum'daki evinin 12 ay boyunca korunduğunu öğrenince ise iyice şaşırıyoruz. 4 polis iki vardiya olarak Mesut ve ailesi olmasa da öyle taş duvarları koruyorlar.
       Nispet Bar'da eller havada, kıçlar sandalyede idi. Alkol duvarı aşıldıktan sonra da masalar arasında horon tepildi. Şaziye'de ise Asena vardı. Asena'nın nefes kesilerek izlenmesine rağmen, alkış cılızdı. Çünkü Türkiye "ahlakçı" bir ülke ve her zaman birinci kadından yana. O kadın bir zamanlar ikinci kadın olsa bile. Şaziye'de daha sonra Kenan Doğulu çıktı. Sandalyede sallanılmaya devam edildi. Kaleiçi'nde Candan Erçetin'in halk konseri ise çok içli geçti.
       "Elbette", bir Candan Erçetin farkı var.

       Eğlenmenin ızdırabı
       İnsan Yaşar ile gezince kendini Fedon'un yaş gününde de bulabiliyor. Siyah kolsuz tişörtü, kır saçları, body çalışmış vücudu, Domenico Modugno sesiyle klasik Akdeniz çapkınını temsil eden Fedon, 54. yaşına bastı. Fedon'un "büyük usta" diye Erkan Yolaç'ı çağırması ise pek hoştu. Yolaç bir başka Türkiye klasiği olarak 1970'ten beri "büyük" bir ustalıkla devam ettiği "evet, hayır"ı yaptı. Buz kestik.
       Zengin Türkleri eğlenme ıstırabı içinde orada bıraktık gittik.