The Others Yarı başkanlıkta zorluklar

Yarı başkanlıkta zorluklar

21.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yarı başkanlıkta zorluklar

Yarı başkanlıkta zorluklar

Jospin hükümeti, savunma ve dışişleri dahil her alanda Chirac'ı devre dışı bırakmış durumda. Cumhurbaşkanının fikri daha çok "nezaket icabı" soruluyor. En hassas konularda bile medya başbakanın görüşlerine itibar ediyor.

1958 yılında kabul edilen 5. Cumhuriyet anayasası ile Fransa yarı - başkanlık sistemi uygulanmakta. Başkanlık sistemi ile parlamenter sistemin bir karışımı olan yarı - başkanlık sistemlerinde cumhurbaşkanı ile başbakanın ayrı partilere mensup olmaları halinde sistemin parlamenter özellikler ağır basıyor. Öyle ki bu durum bugün Fransa'da yarı - başkanlık sistemi olup olmadığı sorusunu gündeme getirmekte. Sabetay Varol, Fransa'nın yarı - başkanlık tecrübelerini Paris'ten yorumluyor.

Hükümet sistemi tartışması Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in önayak oluşuyla yeniden gündemde. Parlamenter sistemden başkanlık ya da yarı - başkanlık sistemine geçilmesi öneriliyor. Tartışmalarda dikkat çeken hususlardan biri, yarı - başkanlık sistemiyle ilgili olarak Fransa'da 5. Cumhuriyet'in ilk yıllarıyla ilgili gelişmelere sürekli gönderme yapılması; sonraki yılların gelişmelerinin gözardı edilmesi.
Öncelikle belirtilmesi gereken şu: Fransa'da Cumhurbaşkanı'nın halkoyuyla seçimi ilkesi 1958 anayasasında yoktu; 1962'de, Cezayir savaşı sonrasında, aşırı sağcı terör ortamında referandumla anayasaya dahil edildi. Fransa'da 1981 yılında Cumhurbaşkanı seçilen François Mitterrand'ın, yeminli bir 5. Cumhuriyet karşıtıydı. Mitterrand, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşıtlığını gösterme amacıyla "Sürekli Darbe" adlı bir kitap da kaleme aldı. Bu kitap General De Gaulle'e muhalefetin başyapıtı olarak tarihe geçti.
Yaygın bir varsayıma göre, kendi Cumhurbaşkanı seçilince, Mitterrand yarı - başkanlık sisteminden en iyi şekilde yararlandı. Ancak bu görüşün tersini düşünen ve onun, De Gaulle'un kendine "ısmarlama elbise" olarak diktiği bu yapıyı, içten içe zayıflatma amacıyla elinden geleni yaptığını söyleyenler de az değil.
Eski Cumhurbaşkanlarından Georges Pompidou'nun beş yıl boyunca yakın danışmanı olan Marie France Garaud bu görüşte. Halen "Uluslararası Jeopolitik Enstitüsü"nün başkanı olan Garaud, yakınlardaki bir TV konuşmasında, Fransa'da halen geçerli olan sistemin parlamenter demokrasiye benzediğini; bunda Mitterrand'ın katkısının belirleyici olduğunu ifade etti.
Fransa'da parlamenter sisteme dönüşün kökleri 1986 parlamento seçimlerine uzanıyor. Bu seçimlerin öncesinde kontrol ettiği meclis çoğunluğu ve hükümet aracılığıyla Mitterrand, tek sandalyeli ve iki turlu çoğunluk sistemini kaldırdı; nisbi temsil sistemi uygulandı. (İki turlu çoğunluk sistemine dönüş 1988'de oldu.)
Seçim sonrasında hükümet, 4. cumhuriyeti anımsatırcasına, az farkla kazanan merkez sağ partiler arasında uzun süren pazarlıklar sonucu kurulabildi. En büyük grubu oluşturan parti olan RPR (Cumhuriyet İçin Birlik) lideri Jacques Chirac başbakanlığa atandı.
Bunun ardından sosyalist Cumhurbaşkanı Mitterand, kararları belirleme imkanını kaybetti. Chirac hükümeti, Mitterrand'ın karşı olduğu özelleştirmelere girişti. İki yıl boyunca bütçe, sosyal haklar, işçi çıkarmaları gibi meselelerde sağ hükümetin dediği oldu.
Böylece ortaya çıkan "iki başlı yönetim" biçimine "cohabitation / bir arada yaşama" adı verildi. Oysa seçim öncesinde merkez sağ, kendi içinde, "Cohabitation'a evet mi, hayır mı?" şeklinde şiddetli bir polemiğe girmişti . Bu polemikte iki başlı idarenin 5. Cumhuriyetin sonu olacağını savunan ve "Seçim ertesinde Mitterrand'ı istifaya zorlama amacıyla kriz yaratılmasını" öneren eski başbakanlardan Raymond Barre azınlıkta kalmış; "cohabitation" teorisyeni Edouard Balladur, Chirac'ı başbakanlığı kabule ikna etmişti.
Toplam 14 yıllık devlet başkanlığı boyunca Mitterrand 1986 - 88 ve 1993 - 95 yılları arasında iki kez "cohabitation"a başvurdu. Her iki dönemi de yarı - başkanlık sistemini parlamenter sisteme dönüştürmek üzere değerlendirdiğini söylemek hatalı olmaz. Yine de, iki kez meclisi feshederek ve Maastricht Anlaşması'nın onayı için referanduma giderek 5. Cumhuriyet yetkilerini yeri geldiğinde kullandı. Sol'un yitirdiği meclis seçimlerinin ardından istifa etmeyerek, 5. Cumhuriyeti hırpaladı.
Ne var ki, tarihin garip bir cilvesi sonucu, yarı - başkanlık sistemine en ağır darbeyi, General De Gaulle'un resmi mirasçısı konumundaki Jacques Chirac indirdi. Cumhurbaşkanı Chirac bu yıl, lafzına değilse bile, yarı - başkanlık sisteminin ruhuna aykırı şekilde, "bunalımsız" bir ortamda parlamentoyu feshederek erken seçime gitti. Amacı, az farkla da olsa yeni kurulacak parlamentoda merkez sağın çoğunluğu koruması ve seçmenden 5 yıllığına "açık çek" almaktı. Ama Sosyalist, Komünist ve Yeşillerden oluşan ve seçim ertesinde bir araya getirilen ittifak parlamentoda çoğunluğu elde etti.
Dördüncü ayını tamamlayan sosyalist Lionel Jospin hükümeti, savunma ve dışişleri dahil her alanda Chirac'ı devre dışı bırakmış durumda. Cumhurbaşkanının fikri daha çok "nezaket icabı" soruluyor. Avrupa Birliği, NATO, Cezayir, Ortadoğu gibi son derece hassas konularda bile medya cumhurbaşkanından çok başbakanın görüşlerine itibar ediyor.
Chirac'ın elindeki tek "5. Cumhuriyet silahı" istifa. Ama tetiği çektiği an kendini vuracağı kesin. De Gaulle gibi tarihi bir kişiliğin gözünü kırpmadan kullandığı bu silahı, Mitterrand ya da Chirac gibi profesyonel politikacılar rasgele kullanamıyor. Bu yola başvurulamadığı oranda da parlamenter demokrasiye geri dönüş süreci hızlanıyor.
Bir yılın sonunda Chirac meclisi yeniden fesih yetkisine sahip. Ama, bir kez daha "soğuk" koşullarda, yani, kriz dışı ortamda, hele sol'un çoğuluğa sahip olduğu bir meclisi feshedip erken seçime girmesi halinde cumhurbaşkanının tam bir "mızıkçı" durumuna düşeceğini söylemeye bile gerek yok.
Özetle, hali hazırda Fransa'nın yarı - başkanlık sistemiyle yönetildiğini söylemek çok zor.