Yazarlar AB üyesi olmak zor iş

AB üyesi olmak zor iş

13.04.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

AB üyesi olmak zor iş

AB üyesi olmak zor iş

       Avrupa Birliği üyesi olamayacağız diye canımız sıkkın. Ama ya üye olup da canı yine sıkılanlar ne olacak?
       AB üyeliğinden pek de hoşnut olmayan İngiltere'nin yeni bir derdi var: İngiliz sütlü çikolataları, Avrupa Komisyonu'nun saptadığı çikolata ölçüt ve tanımlarına uymadığı gerekçesiyle Avrupa'da "ikinci sınıf çikolata" olarak satılacak! Çünkü "Avrupa çikolatası" sayılması için daha çok kakao ve daha az sütle yapılması gerekiyormuş. Avrupa Komisyonu, İngiliz çikolatasının sadece bakkal ve süpermarketlerde satılmasına evet diyecekmiş, ama çikolata ve şekerleme satan dükkanlarda satılmasına hayır... Karar, AB bakanlar konseyinde ele alınacak ve kesinleşirse yürürlüğe girecek.
       AB'nin İngiliz çikolata sanayiine bir garezi yok. Sadece, parası dahil her mal ve ürünü standartlaştırmaya çalışıyor. Başta hukuk olmak üzere... AB hukuku, üyelerin iç hukuklarının üstünde. Her üye, kendi hukukunu AB hukukuna "uyduruyor". Bu "uydurma" süreci daha tamamlanamadı. Bir süre sonra gıda ürünleri dahil, AB içinde, standart olmayan hiç bir mal ve ürün kalmayacak.
       Biz iyi ki üye müye olmuyoruz. Başımıza bir çok derdimizin arasında bir de bu "AB standardına uyma sorunu" çıkacaktı.
       AB, standartlık uğruna garip kararlar alıyor. Örneğin, salatasını yediğimiz, zeytinyağlı yemeklere koyduğumuz havuç, Avrupa Komisyonu'na göre sebze değil, meyva. Çünkü, Portekiz'e özgü havuç reçeli, Avrupa'da "reçel" adıyla satılabilsin diye. Reçel, AB ölçütlerine göre sadece meyvadan yapıldığından, Portekiz Havuç Reçeli'ni "reçel" olarak tanımlamak için havuç da sebze değil meyva olarak tanımlandı!
       Eğer AB üyesi olursak, patlıcan reçelimiz konusunda AB ile anlaşmazlık çıkacak demektir. Şimdiden önlem alalım!

       Türkiye'de bir kaç yıl içinde üç tip üniversite olacak:
       (1) Bazısı tabeladan ibaret bazısı çok gelişmiş resmi üniversiteler, (2) bazısı tabeladan ibaret bazısı gelişme potansiyeli olan özel vakıf üniversiteleri, (3) hedefi tanımlanmış seçkin üniversiteler...
       Birbiri ardından açılan özel vakıf üniversitelerine vasıflı öğretim üyelerini kaybetmeye devam eden devlet üniversitelerinin hali ne olacak? Özel üniversitelerin çoğu, bir tabela bir rektörden ibaret olduğu için acaba özellerin çoğu ne olacak?
       Resmi - özel üniversite sınıflamasına, şimdi bir yenisi eklendi: Sabancı Üniversitesi... Hedefi tanımlanmış seçkin üniversitenin şimdilik tek örneği olarak...
       Daha binaları bile bitmemişken hedefi ne zaman nasıl tanımlandı? Seçkinliği nereden çıktı?
       Sabancı Üniversitesi (SÜ), "yıllardır" tasarım ve planlama düzeyinde kuruluyor. "Kişinin aynası, yaptığı iştir," derler ya, SÜ'nün faaliyeti de, işinin aynası. Bir tabela bir rektör ile başlamadı bu işe. Kendine özgü bir eğitim felsefesiyle geliyor. Bunun örneğini Cuma günü başlayan ve bu akşam sona erecek "Üniversitelerin ve Eğitimin Geleceği" başlıklı uluslararası toplantıya ev sahipliği yaparak gösterdi.
       ***
       Toplantıda, Türkiye'nin üçüncü tür üniversitesini, diğerlerinden farklı kılacak eğitim felsefesinin nitelik ve nicelikleri tartışıldı. Bu felsefeyi çok özetle, "disiplinlerarası eğitim" diye özetlemek mümkün.
       Eğitim felsefesi ve yöntemiyle kurum yönetimi arasındaki ilişkinin tartışıldığı toplantıda, 21. yüzyıl üniversitesinin nasıl çalışması gerektiği, sistem teorisinden kaynaklanan örneklerle ele alındı.
       ABD'den 16, Avustralya'dan 9, Fransa, İsveç, Norveç, Rusya, Meksika ve Kanada'dan üçer, İngiltere ve Hollanda'dan ikişer, İsrail ve Almanya'dan birer profesörün katıldığı toplantıda Türkiye'den de üçü Türk, biri yabancı 4 profesör vardı. ABD'den katılanlardan ikisi ve Fransa'dan katılan bir öğretim üyesi ise Türktü.
       Toplantının en dikkat çeken uluslararası isimleri ise bilim felsefesi ve sistem teorisine ilişkin özgün görüşleriyle tanınan İngiliz asıllı Amerikalı Profesör Stephen Toulmin, disiplinlerarası araştırmalarıyla ünlü Santa Fe Enstitüsü' nün kurucusu Profesör David Pines ve Case Western Reserve Üniversitesi'nden Profesör Richard Boyatzis' di.
       Bu 53 yabancı uzmanın yanı sıra SÜ, Türkiye'de kendi alanlarında seçkin bazı öğretim üyelerini de tartışmalara katılmak üzere davet etti.
       Toplantı, bundan üç yıl önce Sabancı Üniversitesi'nin "nasıl bir eğitim kurumu olacağı" sorusuna yanıt arandığı dönemde eğitime ilişkin özgün görüşleriyle yol gösteren psikolog ve sistem tasarımcısı Fred Emery'nin anısına düzenlendi.
       ***
       Klasik deyimle SÜ, Türkiye'de bir ilki gerçekleştirmek üzere: Disiplinlerarası çalışan, ve bölüm sistemine itibar etmeyecek bir butik üniversite. Bunun, bizde örneği yok. Yabancı ülkelerde bu sistemle çalışan araştırma kurumları varsa bile üniversite düzeyinde örneği sayılı. Çünkü en gelişmiş yabancı üniversitelerin bile örgütlenme ve eğitim biçimleri, en zor değişen özellikleri... İş dünyasının, modern sanayi ve eğitimin ihtiyaç duyduğu türden çok yönlü çok açılı düşünmeyi teşvik edici bir tutum içine onların bile girmesi zor.
       Türkiye'de ise durum daha da felaket. Evden başlayarak ilk ve orta okuldan geçerek lisede ve üniversitede gençleri tek tip düşünmeye, tek tip davranmaya, ezbere zorlayan zihniyet, bizde 21. yüzyılda uluslararası düzeyde rekabet edebilecek beyin yetişmesini hep engelleyecek. 8 yıllık eğitimin içi, bilimsel bir yetkinlikle doldurulamazsa ülke, eksik eğitimli ve zihin yetmezliği çeken milyonlarla dolmaya devam edecek.
       SÜ, yabancı uzmanlar ve kendi alanlarında seçkin Türk öğretim üyelerinin yardımıyla beyin yetiştirmeye adaylığını koydu. Düşünmeyi ve öğrenmeyi "öğretecek".

       Kuzey İrlanda barış anlaşması acaba uygulanabilecek mi? İnsanların yüzyıllardan süzülüp gelen nefreti, yerini bir kaç imza ile sevgiye mi bırakacak? Uluslararası ajanslar, Kuzey İrlanda sorununu sanki 1969'da başlayan bir mezhep savaşı olarak gösteriyor. Oysa kökü taa 17. yüzyıla kadar iner. O tarihlerden bugünlere kadar gelen bir nefret, iki halkı birbirine düşman etmiş. Buna, İngiltere'nin klasik kalleşliğini de ekleyince ortaya inanılması güç bir toplumsal trajedi çıkmış. İngiltere yönetiminden yana olan protestanlar 1688 - 89 yıllarında katoliklerle savaşlarında nasıl galip geldiklerini bugün de anarlar. Katolikleri "illet etmek için" mahallelerinden büyük bir törenle bando mızıkayla geçerler.
      
Kuzey İrlanda trajedisinin temelinde, halkların kendilerini nereye ait hissetiği sorusunun yanıtı yatar. Protestanlar İngiltere'ye, katolikler İrlanda'ya ait hissettiği için de bu ikilem hiç giderilmedi. Şimdi bir kaç imzayla giderileceğini beklemek saflık. Çünkü her iki toplumda da acı ve nefret çok derin.
       Duygusal bakımdan bölünmüş toplumlar, barış yapsa bile birbirinden ayrı yaşamak istiyor. Süper güç buna bazen izin veriyor (Bosna'da olduğu gibi) veya bazen vermiyor (K.İrlanda gibi). ABD Başkanı Clinton, Yugoslavya ve Kuzey İrlanda'yı "çözümleyen" başkan olarak tarihe geçecek. Kıbrıs'ı da istiyor.