Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu

alperh@therapiagroup.com

Tüm Yazıları

İnsan bir şey, bir nesne olsaydı, onun ne olduğunu sorar ve onu bir nesneyi tanımlar gibi tanımlayabilirdik. Oysa insan doğada var olan bir şey ya da endüstriyel bir ürün olmadığından onun ne olduğundan bahsedemeyiz. Doğru soru, onun kim olduğudur.

Buna rağmen birçok insan kendinin kim olduğu sorusuna ne olduğuyla yanıt veriyor. İşçiyim diyor, doktorum, mühendisim, mimarım. Aslında ne olduğunu söylerken toplumsal işlevinin ne olduğundan bahsetmiş oluyor ve bu onun aslında kim olduğunu hiçbir şekilde anlatmıyor.

Haberin Devamı

İnsan bir nesne değil bir canlıdır ve sürekli bir gelişim süreci içindedir. Hayatının herhangi bir noktasında, gelecekte olabileceği ve olasılıkla olacağı kişi değildir.

İnsanın kim olduğunu söylemek bu anlamda kolay olmasa da, hiçbir şey söylenemez de değildir.

En azından şu söylenebilir; insan düşünebilme yetisi sayesinde gereksinimlerini doyurabilen canlı olmanın ötesinde bir varlıktır. Düşünmek insan için, hayvanda olduğu gibi yalnızca istediğini elde etmekte kullandığı bir araç değil, aynı zamanda kendisinin ve çevresinin varoluş gerçeğini kavramasına yarayan zihinsel bir eylemdir. Yani insan yalnızca zekaya değil, akla da sahiptir. Aklın en önemli işlevi de hakikati bulmaktır.

Oysa insan özel yaşamında çoğunlukla akla uygun davranmayı bir kenara bırakıp açgözlülüğünün ve kendini beğenmişliğinin doğrultusunda hareket eder. Daha kötü olanı devletlerin de böyle hareket ediyor olmasıdır. Çünkü bütün devletleri de bu özelliklere sahip insanlar yönetir.

İnsanın kim olduğunun yanıtı, insan olma deneyiminden geçer. Bu nedenle de bu soru ancak “Bir insan olarak ben kimim?” sorusuna verilecek cevapla yanıtlanabilir. İnsanların çoğu bu soruya kendilerinin toplumsal rollerini dillendirerek yanıt verirler. “Ben öğretmenim”, “Ben müdürüm” gibi. Oysa ne iş yaptıkları onların aslında kim olduklarıyla ilgili bize hiçbir şey söylemez.

En korkunç tutku

İnsan iki çeşit dürtü ve tutku tarafından belirlenir. Bunlardan biri biyolojik kökenlidir ve temel olarak bütün insanlarda aynıdır: Hayatta kalma isteği, yani açlık ve susuzluğun doyurulması, güvenlik, belli bir sosyal yapı ve cinsellik. Diğeri biyolojik kökenli değildir ve insanlar arasında farklılık gösterir, farklı sosyal yapılardan oluşur: Sevgi, sevinç, dayanışma, haset, nefret, kıskançlık, yarışmacılık, açgözlülük vb. Biyolojik kökenli olan tutku ve dürtülerin aksine bunlar belli sosyal yapıların eseridir.

Haberin Devamı

İnsan evladının eylemlerindeki ana motivasyon içgüdüleri değildir. Tabii ki insan davranışlarında açlık ve cinsellik gibi içgüdülerin az da olsa motivasyonel bir etkisi vardır. Ama insan ancak, kendisinin ve içinde bulunduğu topluluğun hayatta kalması ciddi bir tehdit altındaysa içgüdülerinin etkisi altında kalır. Ama insanı esas olarak motive eden tutkular hırs, haset, kıskançlık, intikam arzusu gibi güdülerdir ve bunlar belli toplumsal yapılanmalardan kaynaklanır ve beslenir. Bu tutkular o kadar güçlüdür ki, çoğu kez hayatta kalma içgüdüsüne üstün gelirler. İnsanlar nefret ve hırsları ama sevgi ve sadakat duyguları için ölüme giderler.

Haberin Devamı

Akla da sahiptir

İnsanın en korkunç tutkusu, başka bir insanı kendi erk isteği doğrultusunda sömürme, kullanma dürtüsüdür ve bu kanibalizmin uygarlaşmış biçimidir. Oysa avcı toplayıcı atalarımızın zamanında bir insanın diğerini sömürmesi diye bir şey söz konusu değildi. Günümüz insanı için böyle bir şeyi hayal bile edebilmek mümkün değildir. Ama mülkiyetin olmadığı, her şeyin herkes için yeteri kadar var olduğu zamanlarda bir insanın diğerini sömürmesi de gerekmiyordu. Ne zaman ki tarım toplumuyla birlikte mülkiyet ve ataerkillik devreye girdi, bir insanın ötekini sömürmesi ve köleleştirmesi de başladı. Ve insanın tanımı da değişti. Feodalizmle birlikte köleler, işçiler ve kadınlar insan olmaktan çıktılar.

Ne zaman ki bir insan daha güçlü olan diğeri için bir sömürü aracı olmaktan çıkacak, insanın kanibalistik tarihi de son bulacak ve gerçek insanın tarihi başlayacak. Ama bunun için insanın yalnızca kendisini ve kendisi gibi olanı sevmekten vazgeçmesi gerekir. Kim ki yalnızca bir kişiyi sever, aslında hiç kimseyi sevmiyordur.

Not: Erich Fromm’un “Man Who Is He Really?” adlı makalesi “iç edilerek” yazılmıştır.

Bir insan olarak ben kimim

İllüstrasyon: ÖZGE EKMEKÇİOĞLU