Alper Hasanoğlu

Alper Hasanoğlu

alperh@therapiagroup.com

Tüm Yazıları

Önce özgürlük vardı ve mülkiyet yoktu... On binlerce yıl boyunca insan evladı acıktığında bir bitkiyi, bir otu ağzına atar ya da ölmüş bir hayvanın kemiğini kemirirdi. Arzu duyduğunda sevişir, sair zamanlarda öylece durmayı becerirdi. Dereye, ağaca, dağa bakar, yanındakine öyküler anlatırdı. Sonra bunlara mit adı verildi.

Şarkılar söyler, çocuklarla şakalaşır, oyunlar oynardı. Mağara duvarlarına yaşadıklarını, hayal ettiklerini, isteklerini çiziyordu. Sonra bunlara sanat adı verildi.

Tabii ki arada birbirlerine kızar ve hatta vurdukları da olurdu. Ama birbirlerinin üzerinde egemenlik kurmak, birbirlerini esir etmek, kadınları ve çocukları köleleştirmek için şiddet ve baskı uygulamazlardı. Akıllarına birbirlerine sahip olmak gelmediği için dün öğleden sonra kendileriyle sevişen adamın / kadının biraz ötede bir başkasıyla sevişiyor olmasını kafalarına takmazlardı. Bir başkasıyla sevişiyor olması onları değersizleştirmezdi. Zaten değerli olmak, seviliyor olmak gibi ihtiyaçları yoktu. Eksik hissetmezlerdi kendilerini. Dolayısıyla bir başkasının kendilerini bütünlemesine ihtiyaç duymazlardı. Tam bir otantik karşılaşmaydı onlarınki. Arzu duydukları için giderlerdi birbirlerine.

Haberin Devamı

Farklı olmak tehlikeli değildi

Uzun yıllar kadının karnındaki çocuğun bir sevişme sonucu oraya yerleştiğini bilmeden, bu bilgiye ihtiyaç duymadan yaşadılar. Soy anneden devam ediyordu. Arzu ettikleri için sevişiyor, karınları acıktığı için bir şeyler yiyorlardı. Üşüdükleri için örtünüyor, oraları buraları bir başkası tarafından görünecek diye çekinmiyorlardı. Sevişmek için havanın kararmasını, başkalarının göz eriminden uzaklaşmayı beklemiyor, bir örtü altına girip kendi çıplaklıklarından utanarak sevişmiyorlardı.

Terk edildikleri için depresyona girmiyorlardı. Çünkü terk etmek / terkedilmek yoktu. Panik atak geçirmiyordu hiç kimse. Tükenmişlik sendromu yoktu. Ruhsal hastalık yoktu. Olmayan sesleri duyanlar, olmayan birileriyle konuşanlar deli diye damgalanmıyordu, hatta kutsallık atfediliyordu onlara. Bir köşeye atılmadıkları, dışlanmadıkları için delirmiş olmuyorlar. Yalnızca farklıydılar. Farklı olmak tehlikeli değildi.

Haberin Devamı

Sonra gün döndü, devran değişti. İnsanların sayısı arttı, iklim koşulları kötüleşti, yiyecek bulmakta zorlanmaya başladılar. Doğada buldukları yiyeceği çoğaltabilmek istediler, onu zor günlerde aç kalmamak için bir kenara koyup saklamaya başladılar. Sonra buna mülkiyet adı verildi.

Bazı insanlar daha becerikli ya da daha şanslıydılar, daha çok yiyecekleri oldu. Şanssız ya da beceriksiz olanlar aç kaldıklarında yiyeceği olanlardan yiyecek istediler. Alamayınca onlara saldırdılar. Sonra buna savaş adı verildi.

Erkeğin yasaklaması yetmedi

Savaş erkeğin fiziksel gücünün önem kazanmasına neden oldu. Anasoylu olan düzen erkeğin hakimiyetine geçti. Erkek fiziksel gücünün farkına varınca bundan hastalıklı bir zevk aldı ve bunu kendi ailesi ve kabilesi içinde de daha güçsüzler üzerinde kullanmaya başladı; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar üzerinde. Sonra buna ataerkil düzen adı verildi.

Haberin Devamı

İnsan evladı bu arada acayip bir keşif yaptı. Bebeğin doğumunda erkeğin de payı vardı. Erkek kendi yakınındaki kadının başka bir erkekten çocuk sahibi olmasını istemedi. Çünkü başka erkeğin çocuğu kendisine sadık olmayabilirdi. Bu da sahip olduklarını, dahası hayatını kaybetmesi anlamına gelebilirdi. Bunun üzerine kadının kendisi dışında başka bir erkekle sevişmesi yasaklandı. Sonra buna tekeşlilik adı verildi.

Erkeğin yasaklaması yetmedi, çünkü sevişmek en doğal haz kaynağıydı ve on binlerce yıllık yaşam biçimi erkeğin kaba gücüyle dizginlenemiyordu. Daha ulvi bir gücün, doğaüstü, insanüstü bir erkin bunu yasaklaması ve kadını korkutması gerekiyordu. Sonra buna din adı verildi.

Gün döndü, devran değişti. 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindi. Kadının yapamadığı erkeğin yapabildiği hiçbir şey kalmadı. Kadın doğum kontrol yöntemleri sayesinde doğurganlığını kendi kontrolü altına aldı. Erkeğe bağımlılığı ortadan kalktı ve baş kaldırdı. “Ben senden başkasıyla sevişemiyorsam, sen de başka kadınla sevişemezsin!” dedi.

Bertrand Russel der ki, “Kadın akıllı olan cinsiyettir. Gün gelecek erkeğe şunu diyecek; yahu ikimiz de birbirimize hapishane olacağımıza, ikimiz de özgür olalım!”

Sonra bunu, eminim, mülkiyetten kurtulmak takip edecek...

Öncesi ve sonrasıyla özgürlük fikri...

İllüstrasyon: ÖZGE EKMEKÇİOĞLU