Son günlerde yeni başbakan adayı Ahmet Davutoğlu ile ilgili çıkan yazılara bakıyorum da... Ortası yok. Davutoğlu yorumları ya dışişleri bakanını yerden yere vuruyor ya da ümmetin ve Yeni Türkiye’nin fikri mimarı olarak yere göğe sığdıramıyor.
İki uca da savrulmamak, biraz serinkanlı olmak lazım.
Ahmet Davutoğlu’nu iyi tanıyan gazetecilerdenim. Bu zamana kadar sayısız seyahatine katıldım; başbakanlık danışmanlığı yaptığı günlerden bu yana farklı vesilelerle kendisiyle saatlerce sohbet ettim; ailesini, eşini ve Konya’daki köklerini tanıma fırsatı buldum.
Davutoğlu’yla ilişkimiz, hep inişli çıkışlı oldu. Bir gazeteci ve siyasetçi arasında olması gereken de bu. Ne çok rahat, ne çok hasmane. Gün oldu, benzer görüşleri savunduk ve Davutoğlu’nun medyada hak etmediği biçimde linç edilişini ibretle izledim. Ancak gün oldu, ayrı düştük; ben onu kıyasıya eleştirdim, o ise yaptığım yorumlara, ağzından kopardığım bir lafla attığımız manşetlere çok içerledi.
Baştan belirteyim. Bir çok konuda farklı düşünsem de, 10 yıldır tanıdığım Ahmet Davutoğlu benim gözümde saygıyı hak eden biri. Öncelikle gelmiş geçmiş en donanımlı dışişleri bakanlarından. Entelektüel, tarih bilen, daha da önemlisi maddi kazanımlara değil düşünce dünyasına önem veren biri. Akçeli işlere, dünya nimetlerine, para pula tamah eden biri değil. Etrafta bu tarz insanlar çok az olduğu için bunu önemsiyorum.
Kuşkusuz Davutoğlu, Erdoğan gibi bir ”dava adamı” ve o dava, neo-emperyalist tınısı olan, Türkiye’de ve Orta Doğu’da Müslüman Kardeşler benzeri ılımlı muhafazakar rejimlere sempati duyan, özünde Doğu ve Batı ayrımını içselleştiren bir dava.
Ancak 2 önemli parantez. Birincisi, kendisi kabul etse de, etmese de, Ahmet Davutoğlu Doğulu olduğu kadar Batılı bir aydın. Düşünce sistematiğinden, aşina olduğu kavramlardan, ailesiyle ve eşiyle kurduğu eşitlikçi ilişkiden söz ediyorum. Söyleyin kaç İhvan üyesi kızının akademisyen olmasını ve ”kolektif hafıza” üzerine New York’ta doktora yapmasını ister? Kuşkusuz Davutoğlu dini bütün bir Müslüman; ancak bir Suudi işadamıyla mı daha iyi anlaşır yoksa bir Fransız akademisyenle mı derseniz, muhtemelen ikincisi derim. Davutoğlu Doğu-Batı ikileminde Türkiye gibi: ruhu bir yerde, bedeni başka.
İkinci hatırlatmam da, Ahmet Davutoğlu’nun ”pragmatizmi” üzerine olacak. Medyada ”hayalperest”, ”ütopik” gibi ifadeler kullanılıyor. Ben ise Davutoğlu’nun dış politikada ideolojik olduğu kadar pragmatik davranabildiğine de şahit oldum.
Gelelim Suriye’ye... Suriye politikası, Ahmet Davutoğlu’nun en yoğun eleştiri aldığı nokta. Evet, Türkiye Suriye’de hata yaptı. Esad’ın çok hızlı gideceğini düşündü. El Nusra gibi radikal gruplardan gelen tehditleri küçümsedi. Sınırlarını denetlememeyi seçti. Listeyi uzatabilirim.
Ancak unutmayın bu hatayı aslında tüm Batı dünyası aynı anda yaptı. Amerikalılar, Esad’ın gitmesi için düğmeye basıp sonra fikir değiştirdiler. Suriye halkına ”Ayaklanın” deyip sonra insanları cascavlak ortada bıraktılar. Aynı gel-git’i Mısır, Irak ve Libya’da da yaptılar. Hatalar silsilesi içinde kuşkusuz Türkiye’nin de bir payı var. Belki büyük payı var. Ama ne Orta Doğu’daki mezhep savaşını, ne de Suriye’deki kaosu Türkiye başlatmadı. Olayın ana failleri belli. Eleştirirken, hakkaniyet sınırları içinde kalıp, sebep-sonuç ilişkisini sonradan yaratmayalım.
Ahmet Davutoğlu, son 4 yıldır Tayyip Erdoğan adına medyada bir ”paratoner” vazifesi gördü. Hükümeti eleştiren ama Erdoğan’a doğrudan laf etmek istemeyenler için kolay hedefti. Bu iş bölümü, bugün de devam ediyor. Ancak gerçek şu ki, özellikle son 7-8 ayda Türk dış politikasında ”denge” kurulmasını engelleyen en önemli faktör, üslup olmuştur. Bunda da Başbakan’ın rolü, aşikardır.
Bana göre Ahmet Davutoğlu’nun en büyük açmazı, Türkiye’nin gücüne fazla inanmak, dış politikayı bu eksende planlamak olmuştur. Maalesef ne askeri, ne ekonomik, diplomatik ya da istihbari açıdan Orta Doğu’da oynamak istediğimiz role uygun bir kapasitemiz yok. Bunu, hepimiz yeni yeni anlıyoruz.
Ama günün sonunda burası bizim ülkemiz. Bu ülkenin güçlü, kudretli, sağlam ve demokratik olmasını istiyoruz. O yüzden, gelin, hep birlikte karşılıklı birer kredi açalım; bütün bu konuları bir ”restorasyon” uğruna yeniden konuşalım.
Zaten Yeni Türkiye dediğiniz şey de ancak böyle kurulur.