Türkiye’deki basın davalarını bir yıldır titiz bir çalışmayla inceleyen dünyanın en önemli basın hakları kuruluşu CPJ, dün yayımladığı raporda, hapisteki 76 gazeteciden aralarında Soner Yalçın, Mustafa Balbay ve Vatan muhabiri Çağdaş Ulus’un da olduğu 61’inin doğrudan gazetecilik faaliyeti yüzünden tutuklandığını belirtti
MERİKAN kamuoyunun Türkiye’deki ‘tutuklu gazeteciler’ konusuna ilgisi geriden gelse de, 2012’de tutuklu gazeteciler, Türkiye denince ana gündem maddelerinden birine dönüşmekte.
Dünyanın en önemli basın hakları kuruluşu sayılan Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) uzun ve titiz bir çalışma sonrasında Türkiye’de 76 gazetecinin tutuklu olduğu, bunlardan en az 61’inin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde olduğu sonucuna vardı.
Yönetim Kurulu’nda Christian Amanpour, Tom Brokow, Arianna Huffington gibi ünlü gazetecilerin de olduğu kuruluşun bugün yayınlanan raporu, bu günden itibaren ABD Kongresi’nden Avrupa Birliği’ne kadar medya özgürlüğü konusunda uluslararası dünyada temel referans sayılacak.
Milliyet’e yaptıkları açıklamada, 59 sayfalık raporu hazırlamak için bir yıldır Türkiye’deki basın davalarını ve isim isim tutuklu gazetecilerle ilgili iddianameleri incelediklerini belirten CPJ yönetimi, önümüzdeki günlerde raporu bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunmanın yollarını arıyor.
Geçen yıl hazırladığı raporda Türkiye’de tutuklu gazetecilerin sadece 8 tanesinin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde olduğunu tespit eden CPJ, yoğun eleştirilerle karşılaşmış, bunun üzerine Ford Vakfı ve Açık Toplum Enstitüsü gibi kurumların da katkısıyla daha kapsamlı bir çalışma için kolları sıvamıştı.
Son bir yıldır her davayı ayrı ayrı inceleyen CPJ, aralarında Soner Yalçın, Mustafa Balbay ve Vatan muhabiri Çağdaş Ulus’un da olduğu en az 61 tutuklu gazetecinin doğrudan gazetecilik faaliyeti yüzünden cezaevinde olduğu vardı. CPJ, bu rakamın ötesinde 15 ismin ise tutukluluk nedenleri konusunda karara varamadı. Karara varamadıkları isimler arasında, 4 yıldır Ergenekon davası kapsamında Silivri’de yatan gazeteci Tuncay Özkan da var.
CPJ, 1 Ağustos 2012 itibariyle Türkiye’de 76 gazetecinin hapiste olduğunu tespitine yer verdi. CPJ, bu durumun İran, Eritre ve Çin’i geride bırakan Türkiye’nin basın haklarını en fazla ihlal eden ülke haline getirdiğini belirtiyor.
Türkçe ve İngilizce yayınlanan raporda, hapis gazeteciler tarafından yazılmış mektuplar ve CPJ’in sorularına Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve hükümetin verdiği cevaplar da var.
TAVSİYELER...
‘Hapisteki gazeteciler tahliye edilmeli’
* Türkiye, gazetecilik faaliyetinden hapsedilmiş tüm gazetecileri serbest bırakmalı; gazetecileri haberleri ve yorumları üzerinden suçlamaktan vazgeçmeli ve gazetecileri, davalarının sonuçlanması beklenirken, uzun süre tutuklu yargılama uygulamasına son vermeli.
* Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisini eleştiren gazetecilere hakaret davaları açmaktan, onları kamuoyu önünde kötülemekten ve muhalif medya organlarına yayın politikalarını değiştirmeleri için baskı yapmaktan vazgeçmeli.
* Hükümet, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda haber kovalamayı terörle ilişkilendiren maddeleri değiştirmeli.
* Avrupa ve ABD, Türkiye ile ikili görüşmelerde basın ve ifade özgürlükleri konusunu gündeme getirmeli, Türkiye’nin uluslararası ifade özgürlüğü standartlarına uymasını işbirliğinin sürdürülmesi için temel prensip haline getirmeli.
Ne arıyorum Yemen’de?
2006 yılıydı. Türkiye, büyük bir tantana halinde “Afrika açılımı” başlatmış, ben de Başbakan Erdoğan’ın Etiyopya gezisine katılıp, ”Etiyopya’da ne işimiz var?” diye eleştirmiştim. Aradan geçen 6 yılda, dünya değişti, Orta Doğu tepetaklak oldu. Yine de, Cuma akşamı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Yemen gezisine katılmak için evden çıkarken de kafamda aynı soru vardı. Daha önce Yemen’e gitmiştim. Bütün egzotizmine, kocaman kara gözlü, kamalarını kuşanmış adamlar ve gat çiğneyen kadınların yarattığı o masalsı atmosfere karşın, Yemen dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Üstelik 11 Eylül’den bu yana el-Kaide ve hükümet arasında mücadele nedeniyle, neredeyse pamuk ipliğine bağlı.
Peki, neden buradayız? Çünkü Yemen, Arap Baharı adıyla başlayan değişim dalgasının ilk halkalarından. Geçen yıl sokağa dökülen Yemenliler, aylar süren protestolar sonunda 33 yıllık diktatör Abdullah Salihi’yi koltuğundan edip ‘demokrasinin’ kapısını araladı. Yaşadıkları sürece “devrim”, sokaktaki insanlara da ”devrimci” diyorlar.
Yemen Devrimi, Suriye ve Libya’da yaşananlara kıyasla nispeten “kansız” olmuş. Önceleri göstericilere ateş açan, tutuklayan, vurup kıran rejim, sonunda pes etmiş. Ölü sayısı 2200.
Ancak Yemenlilerde “Yaşasın başardık!” havası yok. İş daha yeni başlıyor. Yemen Times’da çalışan genç bir kadın gazeteci “Henüz demokrasiden uzağız. Umutsuz olmamak lazım ama her şey çok yavaş” diyor.
Peki, Türkiye bu değişim dalgasının neresinde? Abartmıyorum, Türkiye deyince Yemenlilerin yüz ifadesi değişiyor. Devrimciler de, siyasiler de hayran, model olarak Türkiye’ye bakıyor. Burası adeta bir ‘mahrumiyet’ bölgesi olduğu için, Türkiye’nin yaptığı kısıtlı siyasi ve maddi destek, devasa gözüküyor.
Alın size bir sahne. Davutoğlu, Sana’nın hemen dışında, Gülen cemaatinden Konyalı ailelerin yaptırdığı devasa bir okulun açılışını yapıyor. Eğitimin acıklı bir durumda olduğu Yemen’deki en ileri lise olmaya aday. Konya’dan 150 kişi, özel uçak tutup açılış için aileleriyle gelmiş. Heyecanlılar. Bu tablo bana, 19’uncu yüzyılda düyanın farklı yerlerinde okullar açan Amerikalı misyonerleri hatırlatıyor.
Türkiye, geleceğin Amerikası olmayı arzuluyor. Yavaş yavaş Orta Doğu’da bir boşluğu doldurma çabasında. Bunun sonunda küresel vizyonu gerçekleştirebilir mi, gücü neo-emperyal hedeflerine yeter mi bilmiyorum. Ama hedefin bu olduğu, Sana sokaklarından bile görünüyor...