Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

HAREKETLERİNDEN, vücut dilinden anladım sıkıntısını.
Gece 12’yi geçmiş. Tüm arabalar balkabağına dönüşmeden, tüm arabacılar minik fareler olup kaçışmadan çok daha evvel sokaklardan iyice el ayak çekilmiş.
Şehrin belli merkezlerinde bir canlılık, bir hayat var belki ama evlere uzanan ara sokaklarda, şehrin geri kalan ezici çoğunluğunda bu canlılıktan eser yok.
Tramvaydan birlikte indik.
Bakışlarımız ilk kez, eve kadar yürünecek “tekinsiz” yolu birlikte yürüyecek başka insanlar var mı, eğer varsa acaba bu insanlar yeterince “tekin” mi diye kaçak bakışlarla etrafı kolaçan ederken kesişti.
Sanırım hemen o anda, o iki kaçak bakış birbirine asgari bir güven, bir yoldaşlık duygusu getirmeyi başardı.
Erkek çocuğu gibi giyinmişti.
Kot pantolon üzerine, kapüşonlu gri bir svetşört, herkesin giydiklerine benzeyen düz spor ayakkabılar ve küçük bir sırt çantası.
Onu ilk ele veren ayrıntılar bol kesim denebilecek kotunun kalçalarına hafif oturuşu ve bedeninin minyonluğuydu sanırım.
Biraz gecenin soğuğundan biraz tedirginlikten yukarı doğru kaldırdığı omuzlarının arasına sakladığı başını hafifçe geriye çevirip, ardından gri bol svetşörtünün kapüşonunu başına çekti.
“Tekinsiz” yolunu hızlı hızlı adımlamaya başladı.
Böyle anlarda bir kadının aklından geçenleri, geliştirdiği basit ama işlevsel türlü stratejileri ancak başka bir kadın okuyabilir.
Tecrübeyle sabittir.
Biraz yaşımın getirdiği biraz da o bölgeyi iyi bilmenin verdiği görece bir özgüvenle, kollarımı kavuşturmuş topuklularımı tıkırdata tıkırdata ben de aynı tenha yolu yürümekteydim.
Sanırım onunkilere göre daha kadınsı giysilerim ve görece daha özgüvenli vücut dilim, ama bana sorarsanız en çok gecenin sessizliğine inat asfaltı döven sihirli topuk tıkırtısı onu cesaretlendirdi.
Artık yalnız değildi.
Biraz daha kendinden emin ve keyifli bir yüz ifadesiyle yürümeye devam ederken, önce omuzlarını biraz gevşetti. Sonra tatlı bir jestle kapüşonunu çıkardı.
Çocuksu bir atkuyruğuyla topladığı saçları ve başı açığa çıktı böylece.
Hızlı adımlarımızın neredeyse birbirine paralel ilerlediği bir anda soruverdi:
“Diğer durağa kadar yürüyecek misiniz?”
Kadınlık hallerinin ortaklığından devşirilmiş bir yakınlıktı belli ki bu.
“Evet” dedim, “Durağın biraz daha ilerisinde oturuyorum. Sen? Öğrenci misin?”
“Evet” diye yanıtladı.
Henüz 18’ini bitirmemişti. Bu şehre okumak için yeni gelmişti. “Biliyor musun?” dedi, “Normalde böyle giyinmiyorum ama gece çıktığımda böyle giyinmek daha iyiymiş gibi geliyor. Hatta kadın olduğumu anlayıp rahatsız etmesinler diye kapüşonumu da geçiriyorum kafama...”
Biraz muzip biraz mahcup gülümsedi. Ben de gülümsedim. “O kadar iyi anlıyorum ki...” demeye çalıştım gülümsememdeki şefkati saklayamayarak.
Onu gideceği yere kadar bıraktım sonra.
“Tabii her zaman dikkat etmek lazım. Ama buralar genelde güvenlidir, kolay kolay seni rahatsız eden kimse olmaz.” diye ekledim ayrılırken.
Bu küçük kız çocuğuna biraz daha cesaret vermek istedim.
İsimlerimizi bile sormadık birbirimize.
Kadınlığa dair tatlı bir ortaklık, bir dayanışma, bir halden anlama duygusunu paylaştık.
Geceyi, soğuğu, tenhayı, tedirgini ısıttık sıcacık muhabbetle.
İkimize de iyi geldi...
* * *
Başbakan ihtişamlı salonda kürsüye geçip hazırlanmış konuşmasını okuyor.
Çok modern bir salon, şahane bir organizasyon.
Konu da çok modern: Kadın.
İnsanlık, medeniyet, şuradan şuraya geldik....
Tatata tatata...
Her şey olması gerektiği, öngörüldüğü gibi...
Sonra birden izleyicilerin oturduğu koltukların bir sırası hareketleniyor.
Sırayla ayağa kalkan kadınlar ellerindeki afişleri havaya kaldırarak Başbakan’a gösteriyorlar: Erkeklerin sevgisi her gün üç kadını öldürüyor.
“Eşit değilsiniz” dendikçe daha çok öldürülüyoruz.
O afişler aslında Başbakan’a ve diğerlerine yukarıda anlattığım gibi nice gündelik, sıradan hikâyeyi anlatıyor.
Ne yazık ki hikayelerin çoğunun sonu bizimki kadar güzel bitmiyor.