Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

NİCEDİR Ak Parti hükümetinin üvey evlat muamelesi yaptığı bir kentti İzmir. Önce “gâvur”, sonra “faşist” oldu iktidar partisinin dilinde. Şimdi de Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “burnu akmış kir- pas içinde çocuk” ve “dört tekerine fren takılmış araba” yaptı bizim şehri.
Çelik’in, Ege Sanayici ve İşadamları Derneği’nin konuğu olarak geldiği İzmir’de söylediği bu sözlere en güzel yanıtlardan birini Prof. Dr. Baskın Oran verdi:
“İzmir geri gitti doğru ama bunu söyleyecek son kişi bir Ak Partilidir!”
İzmir’e yönelik, Kamu İhale Kurumu’ndan çıkan iptal kararları bu kadar tartışma yaratmışken, son olarak teleferik ihalesi için bir iptal kararı daha verildi. Şimdi kasedi başa saralım. İzmir “dört tekerine fren takılmış arabaysa”, ardı ardına gelen bu iptal kararlarıyla İzmir’e freni takan kimdir? İzmir’in tarımında, ticaretinde, sanayisinde bir geriye gidiş söz konusuysa, tüm bu olumsuz tabloyu değiştirmek için baş aktör hükümet neler yapmıştır? Hükümetin bu konudaki sorumlulukları nelerdir?
Çok değil, ağustos ayındaki referandum öncesinde, “Bitaraf olan bertaraf olur” demişti Sayın Başbakan. Şimdi bu maddi ve manevi yaptırımlarla, CHP’nin kalesi olarak görülen İzmir’e, “AKP’den taraf olmayan da bertaraf olur” mesajı mı veriliyor?
Ben de dahil olmak üzere pek çok İzmirli ve Türkiyelinin bu konuda ciddi endişeleri olduğunu bilmek için kahin olmaya gerek yok. Eğer Ak Parti, samimi olarak bunun böyle olmadığını, endişelerin yersiz, eleştirilerin haksız olduğunu iddia ediyorsa, bu kitleyi ikna zamanı tam da bu zamandır.
Artık İzmir’i yaftalayan, yıpratan yakıştırmalar yerine daha yapıcı, sahiplenici ifadeler duymak istiyoruz. Ve yeni projeler, yatırımlar için İzmir’in, en az Ak Parti yönetimindeki İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri kadar desteklenmesini bekliyoruz.

Öyle Bir Geçer Zaman Ki...

BU hafta ekran başında annem ve anneannemin favori dizisiyle tanıştım: Öyle Bir Geçer Zaman Ki... Ali Kaptan, Cemile, Küçük Osman ve diğerleri...
Sürekli “Bu kadar da olmaz” deseniz de, gözünüzü bir türlü ekrandan ayıramadığınız acıklı mı acıklı bir hikâyesi var dizinin. Bu haftaki bölümde eski eşi ve çocuklarıyla arası açık olan Ali Kaptan, onları yaşadıkları evden polis zoruyla çıkarmak istiyor. Gidecek başka bir yeri ve parası olmayan aile ise bu duruma bütün gücüyle karşı çıkıyor.
Acı, öfke ve çaresizlikle kendilerini evlerinden çıkarmak isteyen polislere karşı koyan bir aile... Bu gergin ve acıklı tablonun ortasında dehşet içinde kocaman açılmış gözlerle ailesine bakan bir çocuk...
Bir anda diziyi, senaryoyu, Küçük Osman’ı falan unuttum. Gözümün önüne on gün önce ana haber bültenlerinde izlediğim Sarıyer’deki gecekondu yıkımları geldi. Kamera önce yıkımları engellemek için kendisini çatıdan atan bir genci, daha sonra ellerine geçirdikleri her şeyle -buna polis copu da dâhil- evlerini yıktırmamak için polise karşı koyan genç ve yaşlı üç kadını gösteriyordu. Daha sonra, bu şiddetli arbedenin küçük bir tanığı olduğunu gördük. 10 yaşında bir çocuk, annesi ve ninesinin polise direnmeye çalışmalarını, biraz öteden korku içinde ağlayarak izliyordu.
Dizideki drama mı, yoksa Sarıyer’de yaşanan gerçek drama mı ülkece daha fazla gözyaşı döktük bilemedim. Dizide oynayan Küçük Osman’ın şimdi üşümediğini, karda kışta sokakta kalmadığını, karnının aç olmadığını biliyoruz, ama acaba Sarıyer’deki gecekonduda ağlayan çocuğa ne oldu?...