EYLÜL’ÜN gelişiyle, akşam üzeri esen rüzgarların artık hafiften omuzları üşütmesiyle farkında olmadan bahçelerden, sokaklardan, deniz kıyılarından usul usul içerilere, dört duvar evlerimize çekilmeye başladık.
Yani, evin baş köşesinde duran televizyon ve karşısındaki en rahat koltuğumuz yeniden itibar kazandı. Hep beraber kumandalara uzandık.
Yeni sezonda yeni diziler, tüm tartışmaları, sansasyonları ve bildik klişeleriyle karşımızdaydı. Seyretmeye başladık...
Yerli dizi denen fenomenin hayatlarımıza ilk girdiği yıllarda, dizilerde aile, mahalle teması çok daha belirgindi.
Perihan Abla’yı, Süper Baba’yı, Bizimkiler’i ya da Ferhunde Hanımlar’ı hatırlayın...
Daha sonraki dönemlerde aşiretli, töreli, sarı kurak topraklarda pahalı ciplere binen Avrupa görmüş ağaların fink attığı ya da yalılardan,köşklerden alabildiğine steril hayatların anlatıldığı diziler oldukça revaçta olmuş olsalar da, bana sorarsanız aile-mahalle dizilerinin kalbimizdeki yeri hiç azalmadı.
İkinci Bahar, Ekmek Teknesi, Yaprak Dökümü, Canım Ailem, Öyle Bir Geçer Zaman ki...
Sıcacık, dayanışma içinde, herkesin birbirini tanıdığı bir mahallede geçen diziler, hep ama hep izleyiciden kabul gördü.
Bizi bize anlattığını söylerken bu diziler, kimi zaman yiten sosyal bağların, dayanışmanın yerini doldurmaya çalıştı.
Çoğu zaman aile, mahalle, cemaat gibi muhafazakâr, geleneksel yapıların otoriter, dışlayıcı, baskıcı yapılarını sıcak, duygusal hikayelerde meşrulaştırmanın beyaz ekrandaki aracı oldu.
Eleştirisi, çözümlemesi bir yana...
Aile-mahalle dizileri yıllardır bu memlekette hem reytinglerin hem de gönüllerin birincisi oldu mu, oldu!
Peki gerçek hayatta nedir bu aile-mahalle güzellemelerinin karşılığı?
Mahalle baskısıİlk Şerif Mardin dillendirdiğinde büyük patırtı kopmuştu.
Ardından Binnaz Toprak’ın Türkiye genelinde çok sayıda ili gezerek yaptığı araştırmayla gündeme oturdu.
Şimdi Tophane’de sanat galerilerine gerçekleştirilen saldırıların ardından yeniden anımsattı kendini; mahalle baskısı...
Dizilerde tatlı sert kucaklayan, Türk insanını can evinden yakalayıp ekran başına bağlayan mahalle fantezisi, tüm bu tartışmaların ışığında yeniden sorgulanmayı bekliyor.
Çünkü ne aile ne de mahalle, öyle dizilerde durduğu gibi duruyor!
Türkiye’de her zaman mahalle, aile, cemaat gibi geleneksel-muhafazakar yapıların “değerler”, “hassasiyetler” olarak adlandırılan tepkileri, hakim devlet-iktidar ideolojisi tarafından da desteklenmiş, yüceltilmiş, yeri geldiğinde toplumsal ayar için kullanılmıştır.
Yani pek de öyle kendiliğinden, mahalleli delikanlıların, esnafın hassasiyetlerinden kaynaklanan bir tepkisellik değildir bu.
Her zaman egemen dilden konuştuğunu bilmenin özgüveni, hatta pervasızlığı vardır bu tepkinin cüretinde.
Manşetlerde “linççi, saldırgan” değil de, bir avuç “duyarlı vatandaş, mahalleli” olarak tanımlandıkları sürece de azalmayacaktır bu cüret.
Maraş katliamını, Madımak’ı, 6-7 Eylül olaylarını, Hrant Dink’in vuruluşunu, 1 Mayıs 1977’yi yaşamış Türkiye’de, Tophane’de yaşanan olayların organize olmadığına inanmak bir hayli zordur.
Ve belki de en büyük tehlike, bu olayları “yerel, sınırlı, münferit, önemsiz” göstermeye niyetli dildir.
Tam da bu nedenle, Tophane olayında gösterilecek tavır, AKP’nin demokrasi söylemi açısından önünde duran en ciddi sınavlardan biridir.