Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BU yazıyı, Fransa’daki Türk Öğrenciler Kongresi’nden yazıyorum sizlere. Paris’te kongrenin yapıldığı salona girer girmez, kendimi hararetli bir tartışmanın ortasında buluyorum. Kongreye katılan öğrenciler, Eski Fransa Avrupa İşleri Bakanı ve Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Catherine LalumiËre’in etrafını sarmışlar ve bu deneyimli Fransız politikacıyı, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda alabildiğine sıkıştırıyorlar. Sorudan çok, eleştiriler ardı ardına geliyor.
“Ben Fransa’da büyümüş bir Türk’üm. Eskiden Fransa denince insan hakları, evrensel değerler akla gelirdi. Ama şimdi, güvenlik söylemiyle, tanık olduğumuz ayrımcılıklarla artık bunu söylemek mümkün değil.”
Fransız politikacı da, aynı eleştirileri paylaşıyor:
“Avrupa’yı Avrupa yapan, diğer kültürlere açık, meraklı, gelişmeden yana anlayıştır. Bugün gitgide daha korkak, daha içe kapanık ve defansif, dolayısıyla dışlayıcı bir Avrupa görüyoruz. Oysa Avrupa’nın kırılgan ve karmaşık olsa da en kıymetli değeri, bu farklılıkları tanıyarak birlikte yaşama modelidir. Son dönemde ekonomik gelişme kaygısıyla, bu insani boyutun geri planda bırakıldığını görüyoruz.”
Başka bir öğrenci mikrofonu alıyor:
“Fransa’da hukuk doktorası yapıyorum. Benimle birlikte okuyan Fransız arkadaşlarım, Türkiye’nin G20’de yer aldığını, çok güçlü bir ekonomisi olduğunu bilmiyorlar mesela. Beni en çok rahatsız eden bu cahillik.”
LalumiËre yanıt veriyor: “Haklısınız, Fransızların çoğu, özellikle son dönemde, coğrafyayla pek ilgilenmiyor. Tarih konusunda da pek bilgili oldukları söylenemez.” “Ya biz Türkler?...” diye geçiriyorum içimden.

Bardağın boş yarısı

Kongrenin bu yılki konusu, “Yarının Dünyası ve Yükselen Güçler.” Çin, Brezilya, Meksika gibi son yılların hızla büyüyen ekonomik aktörleri arasında Türkiye’nin yeri tartışılıyor. Sorulardan gördüğüm kadarıyla 2010 yılında Türkiye’nin 8.9’luk büyüme oranı, çok ciddi bir motivasyon ve gurur yaratmış durumda. Büyümeyle eşzamanlı zenginle fakir arasındaki farkın da arttığı Türkiye’den, ya da son dönemde basın özgürlüğü sıralamasında çok gerilerde yer alan Türkiye’den hiç söz edilmiyor salonda. Şimdilik öz eleştiri yapma sırası, mütemadiyen Avrupa adına konuk Fransız politikacıda.
LalumiËre’in ardından kongreyi gerçekleştiren derneğin genç başkanı çıkıyor kürsüye. Kongreye katılımın düşüklüğü ile ilgili yaşadığı hayalkırıklığını içtenlikle ifade ediyor. Türk öğrencilerin bu tip etkinliklere ilgisizliğinden, vs. yakınıyor. Bekliyorum, bekliyorum ama “Bizim de organizasyonu gerçekleştirenler olarak, bu konuda eksikliklerimiz neler, diye düşünmemiz gerekiyor” demiyor.
Bu çapta bir kongre düzenleyebilmek, Fransa’dan ve Türkiye’den çok önemli isimleri bu kongrede konuk edebilmek sonuna kadar takdiri hak ediyor. Ama bu heyecan ve gurur, özeleştiri yapabilmemize engel değil ki. Türkiye siyasetçilerinden kötü bir politik miras sanki bu. Redd- i miras gerektiriyor.
Geleceğe umutla bakmak, iyimserlik, ülkemizi sahiplenmek hepsi önemli, iyi hoş... Ama bir de boş yarısı yok mu bu bardağın? Ya da eksik gediklerimizi tartışmayı, “Kol kırılır, yen içinde kalır” deyip, “kendi aramızda” konuşmak üzere mi erteliyoruz?
Aşağılık kompleksi ile eleştiriyi unutup yersiz böbürlenme arasında bir başka aklı selim duruş olsa gerek.
Kongrenin onur konuğu deneyimli kadın politikacı LalumiËre, Avrupa’nın son dönemdeki politikalarını eleştirirken şöyle diyor: “Kibirin altında, aşağılık kompleksi vardır. Kendinize güvendiğinizde, kendinizi sorgulamaktan çekinmezsiniz.”
Kulağa küpe niyetine...