Hatırlıyor musunuz, çok değil, 2008’in Aralık ayında Yunanistan’da 15 yaşında bir lise öğrencisinin polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine, gençler sokaklara dökülmüşlerdi.
Komşunun başkentinde protesto gösterileri uzunca bir süre dindirilememişti.
Gösterilerde en çok McDonalds, Starbucks, Vodafone gibi uluslararası zincir firmalar, gençlerin öfkesinden nasibini almıştı.
Ve Yunanlı gençlerin bu protestolar sırasında bizlere armağan ettikleri bir slogan vardı:
“Vitrinlere değil, gökyüzüne bakın!”
Herkes, büyük alışveriş merkezlerinin (AVM), pazar günleri kapalı olup olmamasını tartışmaya başlayınca, bu sözler geldi aklıma.
AVM’ler...
Tüm gençlerin aynı hantal botları giydiği, aynı değilse bile iki markadan birinin hamburgerini yediği klonlanmış mekânlar...
Bu değil mi bize sunulan?
İşten, uykudan arta kalan, ancak soluklanmaya yetecek zamanlarımızı, ışıklı vitrinlerine baktığımız AVM’lerde ya da televizyon başında geçireceğimiz bir hayat...
Hangi şehirdeydim ben?
Maksimum kâr dürtüsüyle düzenlenmiş, bu nedenle de mimarileri birbirinin kopyası bu yerlere geldiğimde, ben kendimi manasızca hep aynı yere gelmiş gibi hissediyorum.
Doğruca sinemaya doğru ilerlemek isteniz bile, o diktatör yürüyen merdivenlerin elinden kurtulamıyorsunuz.
Şapşal birer koyunmuşuz gibi, sırf mağazaları görmeden geçmeyelim diye, bizi illa döndüre döndüre dolandırarak götürüyorlar gitmek istediğimiz yere.
AVM’ler, insanı mekândan, zamandan, hayattan soyutlayarak alışverişe kilitleme gibi bir mantık üzerine kurulmuşlar.
Bir AVM’ye gittiğinizde hangi şehirde olduğunuzu hissedemezsiniz mesela. Gün bitti, gece mi oldu?
Saatte bakmadıkça haberiniz olmaz.
Dışarıda tatlı bir esinti mi var, ince ince yağmur mu yağıyor?
Bilemezsiniz.
Bu tüketim tapınaklarında, yüzde 70 indirimi yakalasanız bile, gün batımını kaçırmaya mahkûmsunuzdur.
Alışveriş merkezleri, tüm güvenlik önlemleriyle, ışıltılı vitrinleriyle, bizlere zengin, huzurlu hayatların yalnızca kötü birer yanılsamasını sunar.
Oysa gerçek hayat tüm dinamizmiyle sokaktadır.
Yeni AVM’ler yaptırmaya niyetli büyük yatırımcılar birçok daldan uzmanların rehberliğinde, bu mekanları, “Nasıl bizim eski çarşılarımıza benzetiriz?” diye kafa patlatıyorlar.
İstanbul’daki Kanyon Alışveriş Merkezi’nde açık hava hissini yaratmak için ciddi bir proje yaptılar.
Hiç yolumun düşmediği İstinye Park’ta suni birer köy meydanı kahvesi ve pazar alanı yaratılmak istenmiş.
Forum Alışveriş Merkezlerinde yapay sokaklar yaratıldı.
Okuduğum bir başka AVM projesinde, “Gelen insanlara AVM’nin içindeyken mevsimi nasıl hissettirebiliriz?” düşüncesi üzerinden yeni bir “concept” yaratılmaya çalışılıyordu.
Çarşıları hatırla!
Ey yılın 10-11 ayı tatlı bir güneşin altında şehri yaşama imkanı bulan İzmirli...
Gökyüzünü görmek için, çarşıları hatırla!
Gözünü sevdiğim Kemeraltı, Kıbrıs Şehitleri, Kordon, Güzelyalı, Karşıyaka Çarşısı, Gül Sokak, Buca Forbes Caddesi...
Hangi AVM bu şehir merkezlerinin yerini tutar?
Onlar olmadan İzmir, İzmir olur muydu?
AVM kültürü, gençlerden, esnaftan, ama en çok İzmir’den çalıyor galiba...