Yalvaç Ural
GEÇEN yıl herkes gibi ben de aldığım küçük bir armağanla, babamın Babalar Günü'nü kutlamış, onu doya doya yanaklarından ve ellerinden öpmüştüm. Tabii o günün
son Babalar Günüm olduğunu bilemezdim.
Şimdi babasız küçük arkadaşlarımı düşününce, onların her Babalar Günü'nde neler yaşadıklarını, neler hissettiklerini ve babasızlık denen şeyin ne olduğunu daha iyi anlıyorum.
Böyle yazı yazdığım için, babamın bana şimdi çok kızdığını biliyorum. İşte bu yüzden de, sözü daha fazla uzatmadan, onun yıllar önce, acılı bir günde bana anlattığı bir öyküyü, ben de bugün sizlere aktarmak istiyorum: "Bütün elma ağaçları çiçek açar ve daha sonra meyve verirler. Her elmanın, büyüyüp olgunlaşırken, başından çeşitli olaylar geçer. Onlar aynı ağacın üzerinde büyürler ama, hepsinin kendine özgü bir yeri ve yaşamı vardır. Kimi daha yukarıdadır, kimi daha aşağıda. Kimi güneşi bütün gün görür, kimi doğarken ya da batarken. Kiminin sapı sağlamdır, kiminin zayıf. Kimi biçimli bir görüntüye sahiptir, kimine elma demek için bin tanık gerekir. Kimi tüm gücüyle sarılmıştır dalına, kimi rüzgar bile olmayan bir günde düşüverir aşağıya. Kimini de, 'Ha bugün ha yarın gitti gidecek!' diye beklerken, elma toplama mevsiminde bile, sopayla vursan inmez yere. Gün gelir kimi kurtlanır içinden. Kimini kuşlar gagalayıp yer, bitirir. Ama hepsi günü gelince düşerler yere. Karışıp çekirdekleriyle toprağa, yeni elma ağaçları yetiştirirler. Ve çiçekler elmaya, elmalar toprğa karışarak sürer bu yaşam."
Daha sonra, şu sözlerle bitirirdi anlatısını babam: "Her elmaya düşen ilk görev, unutmamaktır düşen kardeşlerini. Ama bağlanıp kalmak da değildir. Her şeye inat, aldırmadan rüzgara, yağmura, kurta kuşa, büyümektir. Sıkı sıkı yapışarak dalına, kızarıp güneşte, bütün babasız çocuklara acılarını unutturacak kadar, bal gibi
tatlı bir elma olmaktır.
Yazara EmailY.Ural@milliyet.com.tr