Yazarlar Benim köşem

Benim köşem

08.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Benim köşem

Benim köşem

       ANNEME "Benim bir köşem var artık, anne" dedim heyecanla.
       "Aaa, sen pencere önünde oturup dışarıyı seyretmezsin ki, köşeyi ne yapacaksın?" diye yanıtladı annem, "üstelik senin evinden sokak da gözükmüyor."
       "Öyle köşe değil" dedim. Siyasi görüşleri benimkilerle taban tabana zıt olan küçük oğlum atıldı, "Anneciğim, senin her zaman köşelerin vardı zaten" dedi, "Hem de sivri köşelerin."
       Bir başka oğlum, "Annem köşeliydi ama, son yıllarda köşeleri biraz törpülenmeye başlamıştı" diye fikir yürüttü. Ailemden ümidimi kesip, telefona sarıldım, en yakın arkadaşımı aradım. "Bak sana ne söyleyeceğim, artık bir köşem var..." Lafımı bitiremedim.
       "Köşen möşen yok, gitgide yuvarlaklaşıyorsun, gırtlağını tutmasını öğren, tıkınıp durma" dedi arkadaşım.
       Hayalinin peşinden otuz yıl boyunca bıkıp usanmadan koştuktan sonra, nihayet bir köşe sahibi olmuştum ve en yakınlarıma bile iletemiyordum müjdemi.
       Avazım çıktığı kadar bağırdım, "BENİM BİR KÖŞEM VAR ARTIK! HEM DE MİLLİYET GAZETESİNDE."
       Benim bir köşe sahibi olmak için yıllardan beri vermekte olduğum gizli mücadeleyi bilmiyorlardı. Hiçbiri.
       İlk önce, 70'lerin sonuna doğru, sevgili arkadaşlarım rahmetli Abdi İpekçi ve Çetin Emeç'e yalvar yakar olmuştum. Şaşırmış kalmışlardı.
       Yıllar yılları kovaladı. Medyada çalışan arkadaşlarım bana dergilerde ve magazin eklerinde değişik işler önerdiler. Çoğunu yaptım.
       Köşe gelmedi.
       "Köşe" saplantımı unutmak için kendimi yoğun işlere ve aşklara verdim. Reklam filmlerinde sahne yapımcısı, çevre düzencisi olarak çalıştım. Senaryolar yazdım. Film setlerinde sabahladım. Koca boşadım, sevgili değiştirdim. Nafile. "Köşe" yüreğimin köşesine asılmış kandil gibi. Ne yaparsam yapayım, köşe tutkusu gölge gibi hep peşimde.
       Anladım, kurtuluşum yok!
       Karar verdim, bu tutkudan kaçmayacak, üstüne üstüne gidecektim.
       Menzilime, hiç yılmadan ağır ve emin adımlarla yaklaşacaktım. Yıllar sürebilirdi. Yaşlanacak, eskiyecektim. Olsun, bunamadığım ve elim kalem tuttuğu sürece vazgeçmeyecektim amacımdan.
       Sinsi bir plan hazırladım.
       Yazarlığımı, kalem ustalığımı gazete patronlarına kanıtlamak için önce bir ödül almam gerekiyordu. İnanmayacaksınız ama aldım. Kazandığım "Haldun Taner Ödülü"nün kimse farkına bile varmadı. Bunu bir başka saygın ödülle perçinlemek gerekiyordu belki de. Onu da yaptım. Ertesi yıl, "Sait Faik Hikaye Ödülü"nü kazandım. Yaprak kımıldamıyordu.
       Bir "best seller" yazmak da vardı sinsi planımın içinde. Oturdum yazdım. Kitap kırk altıncı basımını yaptı, çıt yok! Bir kitap daha yazdım. Bekledim. Kimseden ses gelmiyor. Ben size gösteririm dedim, araştırmalara dayanan bir "ağır" roman yazmaya başladım.
       Derken bir gün telefonum çaldı. Derya Sazak benimle görüşmek istiyordu. Gazeteye gittim, karşısına oturdum.
       "Son yazdığınız romanı Milliyet'te tefrika etmemizi ister misiniz?" diye sordu.
       "Hayır" dedim.
       "Gazetemizde köşe yazmaya ne dersiniz?"
       Otuz yıl! Ağız dolusu otuz yıl... Dile bile kolay değil.
       "Anne, bir köşem var benim. Bu ne demek biliyor musun? Duygularımı, düşüncelerimi, sevinçlerimi, heyecanlarımı kısacası tüm yaşadıklarımı okurlarımla paylaşabileceğim, onlara yüreğimden geçenleri aktaracağım BİR KÖŞEM VAR BENİM.
       "Ne olmuş köşen varsa" dedi o sinir oğlum, "Hillary"nin de köşesi var."
       Anladınız değil mi sevgili okurlar, benim Rana'm ve bir kedim yok ama sürüyle oğlum ve bir annem var. Ve bir de, otuz yıllık bekleyişten sonra kavuştuğum bir "köşem."
       Hepinize bu "köşe"den selam olsun!



Yazara E-Posta: A.Sirmen@milliyet.com.tr