Mano Palas Hoteli, İstanbul Moda’da Genç Milli Takım aday kadrosu kamp yeri.
İki kişilik odalar, banyo tuvalet içinde.
Düzenli beslenme, etliden sütlüye her şey önünüze getiriliyor.
Her güne programlanmış idmanlar.
Antrenör Sabri Kiraz, kamp müdürü gazeteci Orhan Vedat Sevinçli.
Damlacık’ta kahvehaneden dönüştürülmüş tek odalı evden geldim oraya. Şaşkındım.
İlk günler bayağı çuvalladım. Giderek alıştım. İstanbullu arkadaşlar katkı verdi.
Ne de olsa Payidah çocukları onlar!
Tek İzmirliyim kadroda. İsmimle seslenen yok. “İzmirli”, hepsi o kadar!
***
İstanbul’a ilk gidişim.
Bir yanda acemelik var, öte yanda 18’e seçilme heyecanı.
Dünya Şampiyonası Portekiz’in Lizbon kentinde oynanacak.
Kaldık 18’e, tek tip giysiler için ölçüler alındı.
Günü geldi, uçtuk Lizbon’a.
Salazar’ın Portekiz’i stadyumlar, idman sahaları, halıyı andıran yeşil çimler... Yıl 1961.
Biz ülkemizde çamuru, çukuru olmayan düz toprak zemine fitiz.
İyi bir takımdık. Ertesi yıl neredeyse hepimiz profesyonel 1. Lig’de oynuyorduk.
Dereceye giremedik ama grup maçlarını yenilgisiz bitirdik. Gol farkıyla ikinci tura kalamadık.
Dönüşte bir gün Roma’da geceledik. Dilek Çeşmesine birkaç liret attık.
Oradan Atina’ya geçtik, Yunanistan’la özel maç bağlanmıştı.
Rüya gibiydi, üç gün Atina...
Takım kaptanları metroyla kenti gezdirdi.
Maçı oynadık, akşamına müzikli tavernada ağırladılar.
***
Spor, insan yaşamına değer katan muhteşem olgu.
Değerini bilmek gerek.
Düşünebiliyor musunuz? 5 insanın yaşadığı tek odalı doğup büyüdüğünüz mekandan futbol sayesinde İstanbul-Lizbon-Roma-Atina...
Yine de 45 gün sonra eve döndüğümde evi, içindekileri ne denli özlediğimi fark ettim.
Aidiyet duygusu böyle bir şey olmalı.
KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
***
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
Oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım
***
Büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim
Külüm, havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
Hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
Kaat gibi yanan çocuk.
***
Çalıyorum kapınızı
Teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler.
Nâzım Hikmet
Sorumluluk
Vaktiyle her türlü maddi imkâna sahip olmasına rağmen can sıkıntısından, hayatın yaşanmaya değmez olduğundan yakman bir prens vardı. Kardeşleri, arkadaşları gezer, ava gider, eğlenirken o odasına kapanır, sürekli düşünürdü. Oğlunun bu haline hükümdar babası çok üzülüyordu. Birgün hükümdar, ülkesinin en bilge kişisini sarayına çağırtıp ona oğlunun durumunu anlattı ve buna bir çözüm bulmasını istedi. Bunun için bilgeye bir hafta mühlet verdi. Bir hafta içinde bir formül bulamazsa bunun hayatına mal olabileceğini de hatırlattı.
Yaşlı bilge üç beş gün düşünüp taşındı; aklına hiç bir çözüm gelmedi. Bu nedenle canını olsun kurtarmak için ülkeyi terketmeye karar verdi. Üzgün, dalgın bir şekilde ülkeyi terkederken, bir köyün yakınında koyunlarını, keçilerini otlatan küçük yaşta bir çobanla bir süre ahbaplık etti. Bundan cesaret alan küçük çoban yaşlı dostuna “Amca şu hayvanlarıma biraz göz kulak oluver de, ben de şu görünen köyden azık alıp geleyim, bugün azık almayı unutmuşum” dedi. Bilge de zevkle kabul etti. Bilge, kafası, karşılaştığı olaylarla meşgul bir halde hayvanlara göz kulak olurken, bir keçi yavrusu kenarında oynamakta olduğu uçurumdan aşağı yuvarlanıverdi. Aşağı inip onu kurtarmadıkça kendi kendine kurtulması da mümkün değildi. Bilge küçük çobana verdiği sözü doğru dürüst tutabilmek için kuzuyu kendisi kurtarmaya karar verdi. Bu amaçla uçurumun dibine indi. Önce kuzuyu sırtına bağladı, sonra tırmanmaya başladı. Birkaç tırmanma başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bilge yılmadı. Uğraştı, didindi, zorlandı ama sonunda kuzuyu yukarı çıkarmayı başardı. Küçük dostuna verdiği sözü tutabilmek, bunun için de kuzuyu uçurumdan çıkarmak bir süre kafasını öyle meşgul etti ki, kendini bu işe o kadar verdi ki başından geçmekte olan olayı, canını kurtarabilmek için ülkeyi terketmekte oluşunu unuttu. Fakat bu durum onun kafasında bir şimşek çakmasına sebep oldu Şöyle düşündü: “Bir kimse ciddi olarak bir işle meşgul olur, bir girişimde bulunup onu başarı ile sonuçlandırmak arzusu benliğini tam olarak kaplarsa, o kimse için can sıkıntısı, eften püften olayları kafasına takmak diye birşey söz konusu olamaz” Bu gerçek herkes, dolayısıyla hükümdarın oğlu için de geçerlidir. Bilge artık kaçma fikrinden vazgeçip hemen geri döndü ve hükümdarın huzuruna çıkarak şu çözümü sundu:
“Hükümdarım, eğer oğlunuzun can sıkıntısıdan kurtulmasını, hayata bağlanmasını istiyorsanız ona bir sorumluluk yükleyin, zamanını kaplayıcı bir meşguliyet verin. Can sıkıntısının, yaşamaktan şikayet etmenin ana sebebi başıboşluktur. Oğlunuza yükleyeceğiniz sorumluluk ne derece ciddi, sonucu ne derece ağır olursa, kendini o ölçüde can sıkıntısından kurtaracak, yaşama mücadele ve azmi o derece artacaktır.”
Duvar yazıları
Ne kadar içersen iç, sadece başın döner; gidenler değil!
Hayatı yalnız yaşayan insanları hiç kimse yokluğuyla korkutamaz.
Eskiden nereye baksam sen vardın, şimdi hep Suriyeli görüyorum.
Üşüyorum sevgilim; mevzu yokluğun değil, kalorifer bozuk!
Nasıl koydum ama seni insan yerine!
Gülümseyin
Güneşte kalmış bir keçi ne yapar?
Meeeler!
Hayır. kaçar.
Hayır... Peki ne yapar?
Gölge yapar.
Kimler baş parmağıyla işaret parmağı arasında para sayamaz?
Parası olmayanlar!
Hayır...
Peki kimler sayamaz?
Baş parmağı olmayanlar.
İnsanı ne batırır?
Fakiri kuru inat, memuru süslü avrat, zengini şımarık evlat, esnafı asık surat.
Benim herif yapmaz
Bir televizyon kanalı, her ülkeden bir kadın seçerek karı koca aldatması üzerine bir araştırma yapmak ister.
Soru şudur:
Kocanızı başka bir kadınla yakalarsanız ne yaparsınız?
İşte cevaplar:
İsveçli kadın: Benim neyimi beğenmedin diye sorardım.
Rus kadın: Hiçbir şey sormam ve direkt evi terk ederim.
İtalyan kadın: O kadını öldürürüm.
Yunan kadın: Kocamı da onunla yatan karıyı da öldürürüm.
Türk kadın: Benim herif yapmaz.