Hafta sonu Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” romanına başladım.
Kendi hayat yolculuğuyla Hz. Muhammed’in hayatını mezcederek sevecen bir destan yazmış Gürsel...
Kitap çıkalı bir yıl oldu; ama romandan içeriğine yönelik tepkiler konuşuldu. Ve düşünce özgürlüğü kadar eski bir tartışma yeniden alevlendi:
“Sanatçının fikir özgürlüğünün sınırı var mıdır? Varsa neresidir? Ve -daha önemlisi- o sınırı çizecek olan kimdir?”
* * *
Gürsel’in ve kitabının başına gelenler, ne yazık ki fikir özgürlüğü açısından kaygı verici bir manzara sunuyor bize...
Başbakan, Çetin Altan’a ödül verirken “Artık Türkiye yazarlarını yargılayan bir ülke değildir” demişti.
Oysa yargılıyor işte...
...hem de ne yargılama...
Kitap çıktığında “halkın dinsel değerlerini aşağılama” suçlamasıyla soruşturma açılmıştı. Savcının takipsizlik kararıyla dosya kapanmıştı. Sonra ne olduysa oldu; dosya raftan indirildi ve Gürsel’in kitabına dava açıldı.
* * *
“Olabilir. Burası Türkiye’dir. Başbakan ne derse desin, yargılanmayan yazar pek de itibarlı değildir” diyebilirsiniz.
Ama burada, altı çizilmesi gereken farklı bir uygulama var.
Daha doğrusu, bir “fetva...”
Bir vatandaş Diyanet İşleri Başkanlığı’na başvuruyor. “Bu kitaba ne diyorsunuz?” diye soruyor. Onlar da kitabı Din İşleri Yüksek Kurulu’na gönderiyor.
Kurulun Başkanvekili kitabı okuyor ve diyor ki:
“Kitapta, fikir özgürlüğü yahut eleştiriyle açıklanamayacak derecede Allah, peygamberler, semavi dinler, dinlerin ilkeleri, kitapları, ibadetleri hakkında alaycı,
küçük düşürücü ve hakaretamiz bir üslubun kullanıldığı görülmektedir”.
Yani?
“Caiz değildir.”
* * *
“Olabilir. Burası Türkiye’dir. Laik görünür, ama fikir özgürlüğüyle ilgili konularda bile ulemanın fetvasıyla hareket edilir” diyebilirsiniz.
Ama burada çok dikkatli olmamızı gerektiren bir durum var.
Kurulun görüşünü bildiren bu rapor, mahkemenin veya sanığın talebi olmadığı halde her nasılsa Gürsel’in kitabının dava dosyasına giriyor. Böylece dini görüş bildirmekle yükümlü bir kurul, adli davada “bilirkişi” rolüne bürünüyor.
Ve fikir özgürlüğünün, eleştirinin sınırını çiziyor.
* * *
Kitabı okurken ayraç niyetine “fetva”yı kullanıyorum. Fetvanın “caiz bulmadığı” sayfalara gelince karşılaştırıyorum.
O zaman durum daha da vahim bir hal alıyor. Çünkü rapor, kitaptaki cümleleri çarpıtıyor.
Mesela romanın 120. sayfasında şöyle bir cümle var:
“Cennetteyse suları kardan temiz, camdan saydam ırmaklar, baldan tatlı yemişler, inci köşklerde kuştüyü döşeklere çırılçıplak uzanmış Allah’ın sevgili kulları ile şehitleri bekleyen huriler vardı.”
“Profesör” bilirkişi, cümlede şu hakaretamiz lafı buluyor:
“Çırılçıplak uzanmış Allah’ın sevgilileri...”
İyi de okudunuz işte; cümlede öyle bir laf yok ki... “Bilirkişi”nin müdahalesiyle, anlam tamamen değişiyor.
Kimi suçlayacağız şimdi:
Uyduran ulemayı mı?
Bunu ciddiye alıp mahkeme dosyasına koyanları mı?
Yoksa bunları bile bile gözümüze bakıp “Artık Türkiye yazarını yargılamıyor” diyen Başbakan’ı mı?
Nedim Gürsel’in Başbakan’a mektup yazıp romanındaki cümlelerin masumiyetini savunmaya çalışması bile hepimiz için alarm niteliğindedir.
Dikkat!
Bu davada ağır sınır ihlali var.