Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BİRİNCİ PERDE

Bir zulüm

Fatma Müftüoğlu 1959 Gaziantep İslahiye doğumlu... Altı kardeşin en büyüğü... Lise 2’deyken, Ziraat Müdürü olan babası, güzel kızını evlendirmezse kaçıracaklarını düşünüp okuldan almış, kapıya dayanan taliplerden birine vermiş:
Eşi, kimya mühendisiymiş.
Tutucu ailede herkesin başı örtülüymüş. Fatma’yı da örtmüşler.

Antep’in “Hanım Ağa”sı
18 yaşında anne olmuş Fatma...
Kızı doğduğunda erkek torun bekleyen kayınvalidesi kucağına almamış. Sevmek için erkek çocuğun doğumunu beklemişler. Ardından (“korunmayı bilmediğinden”) üçüncü oğul gelmiş.
Kendisi de henüz çocuk sayılacak yaşta olduğundan nasıl çocuk yetiştireceğini bilmiyormuş Fatma; kardeşinin yolladığı “Annenin Kılavuzu” kitabına bakarak yetiştirmiş çocuklarını...
Birlikte büyümüşler. Ama yıllar geçtikçe anlaşmazlıklar da büyümüş. Çimento fabrikasında çalışan ve geçimsizliği nedeniyle sürekli oradan oraya sürülen eşiyle 18 il değiştirmiş. O dönemi şöyle anlatıyor:
“Eşim çok cimriydi, kullandığım deterjandan suya kadar her şey ayarlıydı. Ondan izinsiz evin perdesini bile yıkayamazdım. Ailemle görüşmeme izin vermiyordu. Onlar gizli yardım yapıyordu bana...
Anlayacağınız, bir hapishanedeydim. Ama dayak var ya, asıl ona katlanmak zordu. İlk dayağı evliliğimizin 40’ıncı günü yedim. Saçlarımdan sürükleyip yumrukluyordu. Dayanılmaz bir acı... Eve geldiğinde ‘Acaba bugün ne için dayak yiyeceğim?’ derdim. Hep de yüzüme vuruyordu. Utancımdan toplum önüne çıkamıyordum.
En şiddetli dayağımı Van’da yedim. Kızım kaşar peyniri istemişti. Aldım diye çizmesini üstümde parçaladı. Her tarafım kanlar içindeydi. Sırtıma vuruyordu. Derilerim parçalandı. ‘Annemizi dövme’ diye araya giren çocukların başlarını duvara vuruyordu. O gittikten sonra çocuklar yatağa taşıdı beni; günlerce sırtımın yaralarından yatamadım.”
Bu işkence 23 yıl sürmüş. “Çocuklar ortada kalmasın, hiç olmazsa okullarını bitirsinler” diye dayanmış
Antep’in “Hanım Ağa”sı
Fatma...
O ara Almanya’ya kardeşinin yanına gitmiş, kadınların orada ne kadar özgür olduklarını görmüş. Dönüşte 10 gün rapor almasına yol açan feci bir dayağın ardından ailesine mektup yazıp “Ben ayrılmak istiyorum” demiş.
Annesi “İlk dayak yiyen kadın sen misin?” diye terslemiş.
Babası “Bizde ayrılmak kara lekedir. ‘Kızı ayrılmış, eve geri gelmiş’ dedirtmem” diye kızıp kalp krizi geçirmiş.
Fatma bir süre daha çile çekmiş. Ama çok şiddetli bir dayağın sonunda dayanamayıp polise gitmiş, eşini şikayet etmiş ve ailesinin itirazına rağmen boşanma davası açmış.
Çocuklar anneleriyle kalmak istemiş.
Fatma altın zincirlerini satıp bir kamyon kiralamış, eşyalarını içine atıp kaçmış evinden...
Mersin’deki kız kardeşinin yanına sığınmış. İkisi üniversitede biri ilkokulda üç çocukla işsiz ve parasız kalmış.

İKİNCİ PERDE

Bir tesadüf

2000 yılıydı. Ankara uçağında yanıma sarışın bir kadın oturdu. Beni ekrandan tanıyordu. Hoşbeşten sonra “Neden kadınların sorunlarını ele alan bir program yapmıyorsunuz?” diye sordu.
“Ne tür sorunlar?” diye sordum.
“Mesela geçimsizlik... Dayak” dedi.
“Maalesef bu konularda derin bir suskunluk var. Kadınlar çektiklerini içlerine gömüyor” dedim.
“İsmimi vermezseniz, ben size güvenirim; çektiklerimi size anlatabilirim” dedi.
O yolculukta anlattı bütün öyküsünü; hem güven hem özgüvenle...
Boşandıktan sonra başını açmış, saçlarını röfle yaptırmış, ayda 75 milyon maaşla bir yerde çalışmaya başlamıştı. O parayla üç çocuk okuturken kendisi de eğitimini tamamlamaya karar vermiş, liseyi bitirip diploma almıştı.
O hafta gazetede (28.10.2000) “örnek bir öykü” diye yine böyle tam sayfa yazdım, mücadeleci yol arkadaşım Fatma Müftüoğlu’nun hikayesini...
Haberin çıktığı gün telefon ve mesaj yağdı. Fatma’nın öyküsünden etkilenen, onun gibi olan, onu destekleyen insanlar, ona, çocuklarına yardım eli uzatmak istiyorlardı. Ciddi bulduklarımı yönlendirdim.
Türk Eğitim Derneği üç çocuğuna da burs verdi.

ÜÇÜNCÜ PERDE

Bir mucize

Sonra hep iyi haberler aldım Fatma Müftüoğlu’ndan:
“En küçük oğlum Anadolu Lisesi’ni kazandı.”
“Kızım Tıp Fakültesi’ni kazandı.”
“Ortanca oğlan Yıldız Makine Mühendisliği’ni kazandı.”
“Küçük oğlan 9 Eylül Gemi Güverte’yi kazandı.”
“Kızımı evlendiriyorum, düğüne bekliyoruz.”
Kendisini o uçak yolculuğundan sonra bir daha görmedim ama mutluluk haberleri, hep bana “İyi ki yazıyorum” dedirtti.
Derken geçen hafta gelen bir telefon, bu “denizyıldızı” öyküsünü başka bir boyuta taşıdı:
Bir kadının kendini yeniden var ediş haberiydi bu... Bir zafer borusuydu.
Gelin, kaldığı yerden öykümüzü “mutlu son”a taşıyalım:
Mersin’de kız kardeşinin kendisine aldığı yazlığa sığınan Fatma hanım, 23 yıl sonra hayatı yeniden keşfe başlamış.
Burslar çocukları okutmuş ama maddi sıkıntıyı bitirmemiş. Çocuklar, komşu çocuklarının gece yarısından sonra verdiği hazırlık kitaplarıyla sabahlayarak üniversiteyi kazanmış. Otostopla okula gidip gelmişler; gün olmuş, yiyecek ekmek bulamamışlar.
Fatma hanım Eczacıbaşı’nda işe girmiş. Orada hem çalışmış hem yöneticilik, insan ilişkileri kursları almış. Satışıyla ödüller alıp izinlerini bedavaya getirmiş.
Bir gün kızı, arkadaşlarını eve yemeğe davet etmiş ama evde yemek yok. Fatma hanım bahçeye inip çocukluğunda annesinin yaptığı gibi otlar toplamış; ebegümeci, pirpirim, ısırgan otundan salata, börek, yemek yapmış.
Herkes çok beğenince Mersin’de daimi oturdukları yazlığın site sahibinden ev yemekleri yapıp satmak için küçük bir yer kiralamış. “Akdeniz sofrası” böyle doğmuş.
İş tutunca cesaretlenmiş. O ara Botaş’ta mühendis olan oğlu ile gemi kaptanı çıkan küçük oğlu katkı yapmışlar; Fatma hanım uzman olarak Gaziantep’e tayin olan doktor kızının yanına taşınmış.
Antep’te kardeşinin çalıştığı Boru Fabrikası’nın yemeklerini hazırlama işini üstlenmiş. Ocak, tencere alıp küçücük evlerinin mutfağında kolları sıvamış. Sonrasını şöyle anlatıyor:
“İlk sabah saat 5’te kalktım. Yemek 10.30’da hazırdı. Doğan arabamla fabrikaya bıraktım. O gün telefon geldi; ‘Yemekler beğenildi. Devam ediyorsun’ dediler. Hemen evi işyeri gösterip vergi levhamı, faturamı, kaşemi çıkarttım. Ay sonunda faturamı kestim, paramı aldım, borçlarımı ödedim. O gün benim için bayramdı.”
Sonra yeni işler gelmiş.
Bir okul anlaşma için yemek yaptığı yeri görmek istemiş.
“Evde yapıyorum” diyememiş. Karşıdaki boş dükkanı tutup sabaha kadar boyamış, ertesi günkü denetime hazırlamış.
İşi almış. O okul, diğer okulların kapısını açmış. Müşteri bir okulken, 10 okul olmuş.
Fatma hanım 46 yaşında okula tencere taşımaya başlamış.
“Çocuklarımı okuturken ekmek alacak paramın olmadığı günleri hatırlıyordum. Bu özgürlüğümü 23 yıl sonra almıştım. Ne yapıp yapıp ayaklarımın üzerinde durmalıydım” diye anlatıyor.
Sonra daha büyük bir yere taşınmış. Kendisi gibi ev kadınlarını (özellikle de eşinden boşanmış olanları) işe alıp çalıştırmaya başlamış. Yemeklerin başında duruyor, mönüleri hazırlıyor, gün doğmadan işçiyle birlikte işe koyuluyormuş.
Bir gün çok büyük bir alışveriş merkezi şantiyesinde 600 kişiye yemek yapılacağını haber alınca hemen teklif vermiş.
“Yapamazsın” diyenlere “Bir şans verin. Sizi mahcup etmem” cevabını vermiş ve asılıp işi koparmış.
“Hayatımın dönüm noktasıydı bu” diyor.
Artık sabah 3’te kalkıyormuş. Bu büyük işte zorlanmış.
En sıkıştığı, “Artık dayanamayacağım” dediği anda, Amerika’daki küçük oğlu koşmuş yardıma...
Ardından Kazakistan’da çalışan makine mühendisi oğlu izne gelip kolları sıvamış.
Doktor kız, hasta olan çalışanların tedavisini üstlenmiş.
Bütün çocuklar bir olup kendilerini okutan annelerinin koluna girmişler. Bu peri masalını mutlu sona erdirmişler.
Onlar ermiş muradına, biz kerevete çıkmadan önce son haberleri verelim:
Antep’te bir yemek fabrikası iflas edince bir yıllık kira senedini verip satın almış Fatma hanım...
“Fabrikatör” olmuş.
Almanya’daki kız kardeşini ve çocuklarını da yanına çağırmış. Yeni yemek işleri almaya, özel törenlerin organizasyonlarını üstlenmeye başlamış.
Gaziantep’te adı “Hanım Ağa”ya çıkmış.
Ve bir sürpriz daha: Geçen yıl üniversite sınavlarına girip kazanmış. Şu an, Açık Öğretim’de okuyormuş.
Son söz, bu “mucize kadın”ın: “Bu konumuma tırnaklarımla kazarak geldim. Bu mücadelede tükenmedim, tersine 10 yaş gençleştim. Topluma üç tane pırlanta gibi evlat verdim. Onlara hem anne hem baba oldum. Onlarla gurur duydum. Bugün onlar da benimle gurur duyuyorlar. Allah doğrunun, çalışkanın imdadına yetişiyor. Bu mücadelem benim gibi dayağa yıllar yılı boyun eğen kadınlara örnek olsun, güven versin isterim. Şimdi hedefim, üniversite kazanmış gençlere burs vermek. Benim çocuklarım çok zor şartlarda okudu. Başka çocuklar rahat okusun.”