Fransız filozof Louis Althusser, “devletin ideolojik aygıtları” kavramını ortaya attığında Marksist teorisyenler arasında tartışma çıkmıştı.
Söylediği özetle şuydu:
Çağdaş devlet, çoğu kez sanıldığı gibi sadece değneğiyle dürtükleyerek koyun güden bir çobandan ibaret değildir.
Bu baskıcı niteliğinin yanı sıra ideolojik işlevleri de vardır.
Devletin bu iki işlevini, farklı aygıtlar üstlenir:
İlkini, “sopa kuvveti” diyebileceğimiz “baskı aygıtı”...
Diğerini “rıza üreten” “ideolojik aygıtlar”...
Örnekle anlatalım:
Devletin baskı gücünü oluşturan aygıtlar, ordudur, polistir, mahkemelerdir, hapishanelerdir.
İdeolojik aygıtlar ise “sopa” yerine “ikna” işlevi görürler.
Bunlar da bireyi doğduğu anda etkisine alan ailedir, camidir, okuldur, partiler, sendikalar, derneklerdir; gazetedir, televizyondur.
Althusser’e göre hiçbir sınıf, sırf baskı gücüyle, yani askerle, polisle devlet iktidarını sürekli olarak elinde tutamaz.
Diğer ideolojik aygıtlar üzerinde de hegemonya kurmak zorundadır:
Yani aileye sızmalı, okula, camiye girmeli, medyayı ele geçirmelidir...
İdeoloji üreterek bireylerin sisteme sadakatini sağlayan bu aygıtlar ele geçirilemezse ne olur?
Sovyetler’de olan şey olur:
Yani kaba güç, bir süre sonra sistemi ayakta tutamaz hale gelir.
* * *
Son dönem Türkiye’de, devletin bu iki işlevini üstlenen kurumlar arasında bir çatışmaya tanık oluyoruz.
Devletin baskı kullanarak hükmeden güçleri ile ideoloji üreterek hükmetmeye çalışan güçleri arasında bir çatışma bu...
Ordu, polis, yargının, bazen hukuku hiçe sayarak- sistemi korumaya çalışan baskısı bir yanda...
Diğer yanda ise bu baskıyı ideolojiyle bertaraf etmeye dönük girişimler: Eğitimle oynama, camide politika yapma, kendine ait bir medya gücüyle kamuoyu oluşturma çabaları vs...
Bu ideolojik aygıtlar, giderek devletten “görece özerk” bir nitelik kazandı ve sistemi tehdit ederek kendi egemenlik alanını oluşturma yolunda ciddi mesafe kat etti.
Çatışma halen süren iki büyük davada somutlaşmış gibi görünüyor.
İki tarafta da birbirinin alanına sızma eğilimi gözleniyor.
Baskı aleti, kendine “sivil” alanda destek arıyor:
Dernek kuruyor, miting düzenliyor, medyada yer tutmaya çalışıyor.
Öte yandan aileye, camiye, okula, bir kısım medyaya hâkim olan “ideolojik kanat” da yargı içinde, polis içinde, giderek ordu içinde güçlenmenin, yani silahı ele geçirmenin mücadelesini veriyor.
* * *
İki davanın da istediği sonuca eriştiğini düşünelim.
Ortaya çıkacak sonuç şudur:
Ülkeyi yöneten parti kapatılmış, cumhurbaşkanı, başbakan, yönetici elit, siyasetten yasaklanmış olacaktır.
Öte yandan, eli kanlı bir darbe çetesini temizleme niyetiyle başladığı varsayılan soruşturma, ilk davayı kışkırtan bütün muhalifleri temizleyecek bir intikam davasına dönüşecektir.
Ve nasıl ki Susurluk gibi devasa bir skandal “Kahrolsun Erbakan” sloganları arasında eriyip gittiyse, Ergenekon davası da “Yaşasın Erdoğan” alkışları arasında kaybolup gidecektir.
Böylesi bir kirli kavgadan demokrasi adına hayır bekleyenlere, “Keşke”den başka bir şey diyemiyorum.