Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Oğlumla şehir turuna çıktık geçen gün... Baba olmadan önce okuduğum kitaplar, “Ona yaşadığı kenti gezdirin. Mekân bilinci kazansın” diyordu.
Ben de şehrimizi en yalın, en zalim haliyle tanıtmak istedim.
Bahçelievler’den başladık gezmeye...
15. Sokak’a girdik; “Bak” dedim, “TİP’li 7 gencin boğazlandığı yer burası...”
“TİP ne baba?” diye sordu.
“Sosyalizmi Meclis’e sokan parti” dedim; “Onları yok ederek Meclis’i çare olmaktan çıkarıp sözü silaha verdiler.”
Bahçeli’ye gitmişken Prof. Muammer Aksoy’un evinin yerini de gösterdim. Anlattım:
“Bir hukuk abidesiydi Muammer Hoca... Bizim okulda Anayasa Hukuku dersi verirdi. Çalıştığım dergiye de yazardı. Bir ocak günü bu evin önünde kurşunlayarak öldürdüler.”
* * *
Aksoy’un cenazesini anlatarak Gaziosmanpaşa’ya tırmandım:
“Cenazede en önde Uğur Mumcu yürüyordu” dedim:
“Hocasından 3 yıl sonra, yine bir ocak günü onu da evinin önünde katlettiler. Mesleğimizin en iyisiydi. Karlı Sokak’a koşup geldiğimde arabası paramparçaydı.”
Karagöz Sokak’tan geçerken de Bedrettin Cömert’i yâd ettik:
“Sanat tarihçisiydi. Onu da eşiyle arabasında vurdular. Kitapları hâlâ durur bende. Okuruz eve gidince...”
Dönerken Bahriye Üçok’un evinin önünden geçtik:
“Yiğit kadındı Bahriye hoca... Laikliğin kararlı bir savunucusuydu” dedim oğluma; “Bir kez programımıza konuk olmuş, sürekli tehditler aldığını anlatmıştı.”
Bahçesinde kocaman çam olan evi gösterdim; Bahriye Üçok’un, açtığı bombalı paketle parçalanıp çoğaldığı o ekim gününü anlattım...
Gördüğüm manzarayı tarife dilim varmadı.
* * *
Kan izlerini takip ederek barut kokulu bir güzergâhtan yürüyorduk sanki...
Bastığımız toprak hâlâ sıcaktı.
Azıcık kazsak, kanayacaktı.
Kızılırmak’a geldik. Savcı Doğan Öz’ü anlattım oğluma:
Bugün herkesin peşine düştüğü örgütü 30 yıl önce saptamış, peşine düşmüştü. O da arabasının ısınmasını beklerken öldürülmüştü. Yaşasa, kontrgerillayı açığa çıkarsa, bugün kimler hayatta, kimler hapiste olurdu, Türkiye nasıl bir yer olurdu kim bilir...
Bu düşüncelerle, döndüm Ümitköy’e:
“Bak burası da hocam Ahmet Taner Kışlalı’nın evi... Yıllarca birlikte çalıştık. Dünyanın en zarif, en kibar, en yılmaz insanlarından biriydi. Bir perşembe sabahı, arabasında bomba patladığı, ağır yaralandığı haberini almıştık. Hastaneye vardığımızda öğrenmiştik acı haberi...”
* * *
Haftaya da mesireleri gezeceğiz.
Gölbaşı’na, Çiftlik’e, Söğütözü’ne gideceğiz.
“Burası kayıp silahların gömüldüğü yer... Burası faili meçhul cesetlerin arandığı yer” diye anlatacağım oğluma...
O silahları gömenlerle, vahşice öldürülenler arasındaki ilişkiden söz edeceğim.
Bizim memleketin şehir turu böyle olur işte...
Yol haritanız, durakları kanla işaretlenmiş bir kederli anılar atlasıdır.
Uğur Mumcu Caddesi’nde, Ahmet Taner Kışlalı Parkı’nda gezdirirsiniz çocuklarınızı...
Salladığınız salıncağın altı silah deposu, yanı ceset tarlasıdır.
Eceliyle ölmez kahramanlarınız...
Tarih, kitapta değil, sokaktadır.