Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Toplumları isyan ettiren şey, sanıldığının aksine parasızlık değil, haksızlıktır. Yoksulluğun üleşildiği yerde herkes açlığa katlanabilir.
Çoğu kanlı devrimin gerekçesi, azınlık haksız yere tok yatarken çoğunluğun açlıktan sürünmesidir.
Adalet, ekmekten bile kutsal bir taleptir.
* * *
“Ergenekon iddianamesinin 1 numaralı sanığı 3. Ordu Komutanı nasıl olur da tatbikat yönetebilir?” diye soruluyor.
Doğru soru şu olmalı:
“Komutan tatbikat yönetirken neden Mustafa Balbay köşesinde yazamıyor? Neden Tuncay Özkan ekrana çıkamıyor? Neden Mehmet Haberal ameliyat yapamıyor?”
Suçlu olduğu mahkeme kararıyla kanıtlanana kadar herkes masum değil mi?
“Neden Tarkan kelepçesiz sorgulandı?” diye soruyorlar.
Doğru soru, “Neden diğer şüphelilere kelepçe takıldı?” olmalıdır.
Biz ise 3. Ordu Komutanı ve Tarkan’a yapılan uygulamanın diğerlerinin de hakkı olduğunu savunacağımıza Org. Berk’i tutuklatıp Tarkan’ı zincirletme peşindeyiz.
* * *
Bütün şüphelilerin tutuklandığı, bütün tutukluların kelepçelendiği yerde, mesela 12 Eylül Türkiye’sinde yapılanlara itiraz gelmeyebilir; o, bir askeri baskı rejimidir.
Bugünkü itirazlar, demokratik olduğu söylenen rejimdeki yargı mekanizmasının adil olmamasından kaynaklanıyor:
Ayrımcılıktan, çifte standarttan, farklı muameleden, kişiye özel hukuk uygulandığı şüphesinden...
Dün, meslektaşımız Mustafa Balbay, tutukluluğunda 365 günü doldurdu. Yani son 1 yılı cezaevinde geçirdi.
Okumayı kendi yazılarından söken kızı Yağmur’un, 9 yaşından 10 yaşına evrilişini parmaklıklar ardından izledi.
Bir babaya verilebilecek en büyük ceza...
Haklı olarak soruyor:
“Neden ben içerdeyim de, kışkırttığım iddia edilen darbeyi yapacak olanlar dışarıda?”
Mahkeme tınmıyor.
İki kuvvet komutanı “delilleri karartma ve kaçma şüpheleri olmadığından” serbest bırakıldı.
Balbay ve diğerlerinin “suç delilleri” aylardır mahkemenin elinde...
Kaçacaklarına dair emare mi var?
Yok. Ama tutukluluğa yapılan itirazlar, her seferinde inatla reddediliyor.
Tutukluluk, başlı başına bir infaza, hatta intikama dönüştü.
Yargının 1 numaralı ismi, hükümete uzak olmadığı bilinen Anayasa Mahkemesi Başkanı bile isyan ediyor:
“Tutuklamayı gerekçesiz cezalandırmaya dönüştürmek insan hakları ihlalidir. Sonra ‘Pardon’ diyemezsiniz.”
* * *
“Tutuksuz yargılama esastır!”
Cezaevlerinde hükümlüden çok tutuklu bulunan Türkiye’de bu üç kelimeyi, her adliyenin girişine büyük harflerle yazmalı ve her zeminde ısrarla savunmayız.
Ayrıca artık gündeme alınması gereken, daha can yakıcı bir önlem var:
Biliyoruz ki, daha önce olduğu gibi, bu hukuksuzluklar yüzünden Türkiye, bir süre sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) ağır tazminat cezalarına çarptırılacak.
Ben yazımda ya da programımda bir hata yapsam, tazminatını kendim ödüyorum; burada ise yapılan hukuki hatayı, hepimiz ödeyeceğiz.
AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’e sordum; “Adalet Bakanlığı, hata yaparak tazminata yol açan hâkimleri uyarmalı” dedi.
Belki de bu işin daha pratik çözümü, o tazminatları, hatalı karar veren yargıçların ödemesidir.
Bir ara gündeme gelmişti:
Devlet, ödediği tazminatı sorumlu hâkime rücu edecekti.
Ne oldu?
Not: Akşam, “Balyoz operasyonu-Suga” soruşturmasına bakan mahkemenin, gözaltındaki muvazzaf subayların tahliye talebini ret kararı geçti elime... Mahkeme Başkanı, karara muhalif kalmış. Diyor ki:
“Şüphelilerin kaçma şüphesi yok. Delil karatma olanakları yok. İkametleri belli. Faal kamu görevi yapıyorlar. Ve bazı şüphelilerin daha ağır konumda olmalarına rağmen savcılıkça serbest bırakılmış olması göz önüne alınarak şüphelilerin tahliyesi görüşündeyim.”
Mahkeme Başkanı, kuvvet komutanlarını kastediyor:
“Üstler daha ağır suçlandıkları halde, salıverildi. Altları da tutuksuz yargılamalıyız” demek istiyor. Ama diğer iki yargıç tutuklulukta ısrar ediyor. İlginç değil mi?