Aniden arkadan bir çift kol tarafından kucaklandım. Arkamı dönünce o sıcak tebessüm kamaştırdı gözümü:Adalet Ağaoğlu...Ya eylemde ya panelde ya da imza gününde görürüz birbirimizi...Eylemde yürür, panelde konuşur, imzada dertleşiriz.Bu kez vakit olmadı dertleşmeye; ama son kitabıyla kollarından daha sıkı kucakladı beni...Ağaoğlunun güncesi "Damla Damla/Günler"i (Alkım, 2004) bir gecede okuyup bitirdim. "Dert dökme defteri"ni kapattığımda kendimi ona her zamankinden de yakın hissettim.* * *70lerin cehennemini anlamak isteyenler için bir belge kitap bu... Her sayfasında, darbeye koşan bir ülkenin çalkantısı var.O ülkede, ışıklarını söndürüp pusuya yatmış bir başkentin dramı...O kentte, berbat finali bekleyen naçar aydınların çırpınışı...O çırpınışı, nicedir karnında taşıdığı romanın doğum sancılarına katık eden bir yazarın ıstırabı...Ne çok tanıdık mekân var, 70ler Ankarasını yaşayanlar için: TRT, BYYO, Kuğulu Park, Mülkiyeliler, Tavukçu, Papazın Bağı...Ve ne çok tanıdık isim geziniyor güncenin sayfaları arasında: Edip Cansever, Emin Galip Sandalcı, Mahmut Tali Öngören, İlhan Selçuk, Tomris Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreyya, Metin Altıok...* * *31 Ocak (1971) Pazar sabahı, Sevgi (Sabuncu) telefon ediyor. Güncenin önceki sayfalarından biliyoruz ki, Sevgi bir gün coşkuyla gelip "Aşığım ben Adalet" diye boynuna sarılmıştı yazarın...Genç kadınların ilerici aydınlara yanıp tutuştuğu günlerdi.Sevgi, "Siyasalın ve herkesin sevgilisi profesör"e tutulmuştu. "Başka bir şey görecek hali yok"tu.Telefonda "Hemen gel, çabuk" diyordu. Mümtaz Soysalın dairesi önünde bomba patlamıştı. Koşup gittiler. Ev, neredeyse hepten havaya uçmuştu. Neyse ki Hoca evde değildi. Az sonra Uğur Mumcu da geldi. Güle oynaya, enkazdan işe yarar öteberiyi topladılar.Bütün dairelerin camları kapkaranlıktı. "Uyumayın...hey uyanın" diye "bağıra çağıra, ağlaya zırlaya" eve döndü Ağaoğlu...Ankara sinmişti.* * *"Ölmeye Yatmak"la yatıp kalkıyordu sürekli...Kapanıp romanını yazmak istiyordu.Ne mümkün!"Değil bir yazarın, herhangi bir vatandaşın bile, her şeyin uzağında kalma hakkını kullanamayacağı günler"di.TRTde Radyo Dairesi Başkanıydı Ağaoğlu... Basın - Yayında ders veriyor, tiyatrolara oyunlar, Doğan Avcıoğlunun Devrimine makaleler yazıyordu. Bir gece iki polis koluna girip "Yürü karakola" deyivermişti. Ordudan medet umanlar vardı; dağa çıkanlar vardı, korkup ihanet edenler, kendi canına kastedenler, kendisiyle hesaplaşanlar vardı.Geceleri buluşup hem ülkenin geleceğini tartışıyorlar, hem şiirlerini, roman kahramanlarını anlatıyorlardı birbirlerine..."Gerçek mutluluğun kendi mutsuzluklarından geçtiğini" öğreniyorlardı. Edip Cansever, "Otel"i okumuştu öyle bir gecede... "Mutluluk, alışılmış bir kötümserlikti".Uzanıp çıplak alnına bir öpücük kondurmuştu Ağaoğlu... Onun "ölmeye yatan" Ayseli de bir otel odasına kapanmamış mıydı?Lakin kendi yazdıklarına bile inanmıyor gibiydiler.Hiçbir şey iç sızıntılarını örtmeye yetmiyordu. Türkiye, adım adım darbeye yaklaşıyordu."Faşizmin pis kokusu" duyuluyordu.Kol geziyordu, sessizlik, çaresizlik, belirsizlik...En çok da karamsarlık; ki yılgınlık yerine yaratıcılığa dönüşüp bir kuşağın adını tarihe yazdırdı ve Adalet Ağaoğlunu bir abide yazar yaptı. can.dundar@e-kolay.net Kitap fuarında imzadaydım.