Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

23 Nisan gibi bir şey aslında düşündüğüm... Bir günlüğüne koltuklarımızı birbirimize terk etme teklifi...
Bir günlük rol, unvan ve kostüm değişimi...
Giderek derinleşen kutuplaşmaya merhem olacağını umduğum bir empati girişimi...
Mantık basit:
O gün işkencedeki arkadaş, polisle
yer değişecek.
Manyetoyu çeviren o olacak.
Falakada copu indiren o...
Önceki gün kendisini ufalayan görevliyi Filistin askısına çeken o...
Hem o, kendi insaf sınırlarını test edecek, hem de işkenceci, kurbanına reva gördüğünün ne menem bir eziyet olduğunu fark edecek.
Hem empatik, hem sempatik bir gün değil mi?

Her alanda
Bunu yaygınlaştıralım şimdi:
O gün kürsüdeki hocayla sıradaki öğrencinin yer değiştirdiğini düşünelim.
Yolcuyla sürücünün...
Oyuncuyla seyircinin...
İmamla cemaatin...
Futbolcuyla taraftarın...
Müşteriyle çaycının...
Ev sahibiyle kiracının...
Doktorla hastanın...
Hakimle sanığın...
Irgatla ağanın...
Ayakların baş, başların ayak olduğunu düşünelim; bir günlüğüne...
Ezberler bozulmaz mıydı?

Hudut ihlali
Sadece meslekler arası bir değişim programı olmamalı bu...
Kutuplaştığımız her konuda bir değiş tokuş günü olarak kutlanmalı...
İktidar milletvekillerinin muhalefete geçtiği...
Kadınların kahveye, erkeklerin güne gittiği...
Orduevlerinin başörtülüleri, dergahların rahipleri konuk ettiği...
Galatasaraylılarla Fenerbahçelilerin birbiriyle forma değiştirdiği...
Türklerin Kürtçe dersine, DTP’lilerin kışla yemekhanesine girdiği,
Patronların işçi tulumu giyip grev çadırında gecelediği,
Gazete köşelerinin okurlara devredilip yazarların onları eleştirdiği,
Tüm sosyal sınırların ihlal edildiği bir gün...

Şöhretler ve paparazziler
O gün için bir hayalim de, popüler sanatçıların omzuna birer kamera yükleyip onları paparazzilik işine koşmak, paparazzilere de o bir gün için ünlü sanatçı muamelesi yapmak...
Acaba kameraları sırtlayan sanatçılar, o günlük çalıştıkları televizyon kanalının haber iştahı, seyircinin dedikodu merakı ile görüntüledikleri kişinin özel hayatı arasında başka bir tür denge kurmayı başarabilirler miydi?
Ya da bir günlüğüne şöhreti yaşayan paparazziler, mesela oğlunun kırılan kolunun tedavisi için hastaneye koşturan Sibel Can’a yaptıkları gibi, acil servis kapısında kendi yollarının kesilmesinden hoşlanırlar mıydı?
Şöhretin tadını çıkardıkları çakırkeyif gecede, kamera ışıklarıyla ansızın ayaküstü sorguya alınmaktan, bitmek bilmez sorularla bıktırasıya tacize uğramaktan, çaresiz kalıp koşar adım kaçmaktan, kaçarken yerlerde yuvarlanıp öfkeyle yumruklaşmaktan ve ertesi gün kendilerini ekranlarda o halde izlemekten hazzederler miydi?
Böyle bir şey yaşasalar Levent Kırca’yı, Timuçin Esen’i, Uğur Yücel’i ve bu amansız takipten yılmış yüzlerce şöhreti daha iyi anlarlar mıydı?

Ertesi gün
“Empati günü” bitip de ertesi gün herkes kendi formasına, postuna, klanına, bürosuna, cemaatine, rolüne, görevine döndüğünde, polis işkence görmenin, paparazzi özel hayat didiklemenin, patron işçi maaşıyla geçinmenin, okur kelimelerle cebelleşmenin ne olduğunu anlayıp “öteki”ne karşı biraz daha insaflı olur muydu?
Denesek mi?
Ne kaybederiz ki?