Hadi o klişe roman girişiyle lafa dalayım: Her şey önceki yaz Ömer Özgüner’den gelen bir telefonla başladı. NTV’nin programlarını yöneten ve bir dönem Milliyet’in Popüler Kültür ekinde yazan dostum Ömer, yeni dönemde başlamayı düşündükleri bir tartışma programını sunmamı istiyordu.
Tatildeydim.
Yoğun bir yıldan artakalmış enkaz gibiydim.
Ayrıca tartışma programlarına tövbeliydim.
Yıllar önce Mehmet Ali Birand’la birlikte hazırladığımız “Çapraz Ateş”le, bir tartışma programını ilk 100 programın zirvesine oturtmayı başarmıştık ama ben onu yarı yolda bırakmıştım. Çünkü tartışma işinin bana göre olmadığını anlamıştım. “İşin doğası”na ters olarak ben tartıştırmıyor, barıştırıyordum. Kışkırtmıyor, yatıştırıyordum. Söz kesemiyor, uzatıyordum. Özel hayatımda bile sevmediğim gerginliği ekranda yaratmak istemediğimden tahrik edemiyor, tartışma sertleşirse üzülüyordum.
Türkiye’de hem konusuna hakim hem ağzı iyi laf yapan insan sayısının kısıtlı olması da programları bir süre sonra patinaj yapar hale getiriyordu.
Zaten konuştuklarınız kısa bir süre sonra uçup gidiyordu.
O yüzden benim gönlüm belgeseldeydi.
Lakin reddetmeyi de beceremediğimden telefonda “Yok” diyememiş, bu argümanlarla toplantıya gitmiştim.
O toplantıdan programı kabul etmiş olarak çıktım.
Neden?Çünkü NTV de izlenme uğruna insanları birbirine kırdırmayan, soğukkanlı bir tartışma programı planlıyordu.
Ömer her daim işin içinde olacaktı.
Konu ve konuk seçimine Kemal Can gibi ustalığına şapka çıkardığım bir arkadaşımla birlikte karar verecektik.
Ekipte Hale Şerif gibi, Mehmet Veli İbrahimhakkıoğlu (ya da herkesçe bilinen adıyla “Vito”) gibi eski dostlarım vardı. “Neyi, kiminle tartışalım?” arayışına onlar da katkı sunacaktı.
İrfan Bozan tartışma konusunu ustaca özetleyen dosyalar hazırlayacak, Okan Şahan onları montajlayıp yayına hazırlayacak, kanalın deneyimli yönetmeni Betül Özenç her daim kulaklığımın diğer ucunda, bana yol gösteren, güven verici bir ses olacaktı. Kameramanından ışıkçısına, makyözünden yapım ekibine bütün kanal, programa içtenlikle destek verecekti.
Onların verdiği güven hissiyle yemini bozdum.
İşe koyulduk.
Reyting baskısızBahadır İşler program için harika bir dekor yaptı.
Fazıl Say hediye olarak, jenerik müziğine imza attı.
Network çalışanları, tarzımla barışık bir görüntüde olmama samimiyetle yardım etti.
Son iki yılda 77 program yaptık.
500’e yakın konuk ağırladık.
Ve en hararetli dönemlerdeki canlı yayın fırtınasında gemiyi kazasız limana ulaştırmayı başardık.
Bunda kanal yönetiminin güveni ve hoşgörüsü de önemli rol oynadı.
Paradoksal gelebilir; ama programın ilgi görmesinin sırlarından biri, ne kadar ilgi gördüğünün ölçülmemesi oldu.
Bu, bizi reyting canavarının baskısından ve izlenme uğruna sıradışı çözümler arama tatsızlığından korudu.
İkinci dönem sonunda tatile girerken size “Neden”in kamera arkasından izlenimler yazmak, programın görünmeyen kahramanlarını da bu vesileyle anmak istedim.
Onlara destekleri için Can’dan teşekkür ediyorum.
En çok izlenenler“Neden” bana medyanın gündemiyle halkın gündeminin ne kadar birbirinden farklı olduğunu bir kez daha öğretti.
Programın izlenme oranının ölçülmediğini yazmıştım; ama izleyiciden internet aracılığıyla gelen mesajlar en çok hangi yaraların kanadığını anlamamızı sağladı.
Anayasa tartışmasından askeri operasyona, siyasal İslamdan Cumhurbaşkanlığı krizine kadar tartıştığımız türlü çeşit program arasında en çok mesaj alanlar hangileriydi biliyor musunuz?
Sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim...
En çok sorulan sorularEn çok sorulan iki soru vardı:
Aynı anda iki haber kanalı birden benzer iki programı yayına veriyor; bazen konular bile çakışıyor, neden?
Saat çakışmasından bizim de müşteki olduğumuzu, konu çakışmasının ise normal gazetecilik refleksi olduğunu söylüyordum hep...
İkincisi; kendi düşüncelerim belli olduğu halde, farklı görüşü savunanlara nasıl sabırla tahammül ettiğime dair sorulardı.
Elbette tartışılan konuya ilişkin fikri olup da bunu kendine saklamanın zorluğu var. Ama insanların benim değil, konuklarımın fikirlerini merak ettiklerini baştan biliyordum; o sayede fikrimi kendime saklamayı da bildim.
Gündelik hayatımda da hep iyi bir dinleyici olmaya çalıştığım için bunu stüdyoda tekrarlamak hiç sorun olmadı. Tersine, çağırdığım konukların bazısının, tamamen farklı görüşte olduğumu bile bile, herkese eşit mesafede duracağıma güvenerek gelmeleri, programdan en çok övünç payı çıkardığım konulardan biriydi.
En büyük zorluğu ise, sanırım, programda stüdyodan cezaevine yollanan bir öpücük hadisesinde yaşadım.
Hafızası iyi olanlar hadiseyi hatırlayacaklardır; hatırlamayanlara burada yeniden hatırlatmayayım.
Asıl reklam araları ilginçti“Neden” adı benim fikrimdi.
Olayları tetikleyen gerekçeleri deşmeyi umuyordum.
Programın formatı konusunda çok kafa yorduk başta... Tartışma programlarının “Siyaset Meydanı” gibi başarılı örnekleri vardı; ancak ortak sorun, sabahlara kadar sürüp bir sonuca ulaşamadan sonlanan tartışmalar ve izleyiciyi bilgi sahibi etmeden fikir sahibi kılan konuklardı.
Programı çok uzatmayıp tadında bırakmaya ve böylece konukları, fikirlerini daha kısa sürede derli toplu ifadeye zorlamaya karar verdik.
“Bilgi / fikir dengesi”ne çare olarak da tartışma öncesi bir uzmanı ya da tartışılacak konunun kahramanını dinlemeyi düşündük. İlkin Şerif Mardin’in oturduğu o koltukta Erdal İnönü’den İlber Ortaylı’ya, Sönmez Köksal’dan Edip Başer’e kadar pek çok değerli konuğu ağırladık.
Ancak bu koltuğu her zaman dolduramadık; hem uzman bulmaktaki sıkıntıdan hem de onun uzmanlığına diğer konukları inandırmanın zorluğundan...
Konuklara gelinceİşte orada bir nakkaş titizliği ile çalıştık. Programa baktıracak ama tartışmayı kavgaya çevirecek konuklardan özenle kaçındık. Böylece sağlıklı bir tartışma zeminini baştan garantiye aldık.
Kamuoyunun yakından tanıdığı yüzlerin yanı sıra yeni isimleri de çıkarmaya ve Türkiye’nin gizli kalmış insan potansiyeli konusunda seyircide umut yaratmaya çalıştık.
Elbette “O varsa gelmem” diyenler, söz verip son anda gelmeyenler, gelip de sazı kimseye vermeyenler de oldu ama bunlar azınlıktaydı.
Programın kavgadan uzak çizgisi, hiç bir araya gelmeyecek insanları buluşturmamızı sağladı.
RTÜK Başkanı Zahid Akman ile Huysuz Virjin bu buluşmaların unutulmazlarından biriydi mesela...
Erdal İnönü gibi son televizyon görüntüsünü bizde bırakan Hrant Dink de Yeni Çağ yazarı Özcan Yeniçeri ile “Neden” stüdyosunda buluşmuştu.
Eski-yeni Meclis başkanlarını, eski-yeni Dışişleri bakanlarını, Kültür bakanlarını, Milli Eğitim bakanlarını, Adalet bakanlarını da bu dengeli yayıncılık ilkesi sayesinde buluşturabildik.
Reklam aralarıAğırbaşlı durmaya ama sıkıcı olmamaya çalıştık.
Gün geldi Kenan Doğulu da bağlandı programa; Fazıl Say da...
Sadece konuşmacı konuklar değil, dinleyen konuklarla da haber olduk. Anayasanın tartışıldığı “Neden”de sorduğu soruyla dikkatleri üstüne çeken Aysun Kayacı, bu sorudan hemen sonra NTV’de “Haydi Gel Bizimle Ol”a başladı.
Konuklar konusunda asıl ilginç olan şey, reklam aralarıydı.
Canlı yayın sırasında birbirlerini acımasızca eleştiren kimi konukların, reklam aralarında can ciğer olmaları; “Keşke reklam aralarını da yayına verebilsek” dedirtti bazen.
Ama tartışma ne kadar sertleşirse sertleşsin, farklı görüş sahiplerinin sonunda el sıkışarak ve birlikte stüdyodan ayrılmaları, kavgasız da bir araya gelinip tartışılabileceğini, kimi zaman uzlaşılabileceğini izleyiciye göstermesi açısından önemliydi.