Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Nürnberg
Nürnberg’deyiz. Adil Kaya ile Ayten Akyıldız’ın her yıl biraz daha büyüterek 14 yaşına getirdikleri film festivalinde...
Bu yıl çok özel bir belgesel var programda:
“Hrant Dink Cinayeti Dosyası.”
Usta Osman Okkan’ın Simone Sitte’yle birlikte imzaladığı (ne yazık ki Sitte’nin erken kaybı nedeniyle birlikte tamamlayamadıkları) WDR yapımı filmin dünya prömiyeri...
Jivan Gasparyan’ın içinize işleyen duduğunun ardından Rakel Dink geliyor perdeye...
“Mahşer günü gibiydi” dediği o günü anlatıyor: “Oğlum aradı cep telefonundan:
‘- Anne nerdesin? Dua et’ dedi.
‘- Oğlum ne oldu? Söyle geliyorum’ dedim.
Sonra küçük kızım aradı.
Derken kaldırımda kanları gördüm.
‘Keşke ben de orada yatsaydım’ diye düşündüm.”
* * *
Hrant’ın Hrant gibi gülen, Hrantça bilen oğlu Arat, hemen yanımda oturuyor.
Gözleri nemleniyor, annesinin kederini perdede izlerken...
Tanışmalarını anlatıyor Rakel; 12-13 yaşlarında... bir yetimler kampında...
“5 taş oynardık” diyor; “40 yıl, doya doya yaşadık birbirimize... Kimseye kısmet olmaz. O açıdan mutluyum. O da mutluydu.”
Hrant’ın bir Sevgililer Günü’nde kendisine yazdıklarını okuyor gazeteden, gözünde pırıltılarla: “Ey sevgilim, ey aşkım!
”Sen var ya sen, hep uğruna mücadele ettiğim barıştın, huzurdun.
Farklı olma hakkımın, eşit yaşama arzumun, özgürlük sevdamın köküydün.
Sen benim ta kendimdin, halimdin.
Sakındığımdın. Ödediğim bedellerin nimetiydin. Bedelin pahalıydı, ödedim... Ödeyeceğim. Ve günün birinde sevgilim, gözlerim yorulanda... çocukları yanına...
Aç gözlerimi son bir kez.
Onlara bebeklerimi göster ve de ki: beni işte bunlarla sevdi.’“ Yaslı başını gazeteden kaldırıyor Rakel; “Çok güzel yazmış” diyor; “... bırakmadılar ki, yaşlansın...”
* * *
Sonra 12 Eylül... İçinde yetişip yönetimini üstlendikleri Tuzla kimsesiz çocuklar kampının, o kırlangıç yuvasının bozuluşu... mallarına el konuluşu...
Sonra Agos’un çıkışı... “Hrant Dink” adının, Türkiye’nin gündemine oturuşu...
Yanımdaki Arat, perdede zuhur ediyor birden... Diyor ki;
“Ermenilere bakışı, önemli ölçüde değiştirdi babam... Müthiş bir ikna kabiliyetine sahipti. Ama Sabiha Gökçen haberiyle babama karşı sert bir rüzgar esmeye başladı. Genelkurmay çok sert bir açıklama yaptı. Babam bunun bir tehdit olduğunun farkına vardı.Ona sınırları gösteriliyordu.”
Sonra katiller...
Katillerle fotoğraf çektiren yetkililer...
* * *
Erivan’da bir kilise papazı anlatıyor onu...
Kınalıada’da bir balıkçı...
Birlikte çalıştığı Agos’çu...
Çatıştığı Taşnak’çı...
Dostları, arkadaşları, çocukları... hepsi derin bir saygı ve özlemle anıyor.
Hrant perdede konuşuyor, yazıyor, dans ediyor, pasta kesiyor, şarkı söylüyor, halay çekiyor. Özlemimiz katlanıyor.
Derken “Neden” programı geliyor perdeye... Hrant, 301. Madde’yi tartışıyor hararetle: “Bu ülkede yaşamak istiyorum. Bu ülkenin demokratikleşmesi için, torunlarım için elimden ne geliyorsa, onu yapmak istiyorum” dediği program bu...
TV’de canlı göründüğü son program...
* * *
Salonun çoğu Alman... Hrant’ın yakın dostları da orada: Etyen Mahçupyan, Murat Belge, Hale Soygazi, Cem Özdemir...
Filmden sonra bir Nürnberg sofrasındayız.
Hrant, bizimle...
Baskın Oran’ın filmdeki sözü zihnimizde:
“Biz Türkler, bu Ermeni çocuğuna çok şey borçluyuz.”