Türk sineması bu yıl 52 filmle tüm zamanların en yüksek seyirci sayısına ulaştı: 35 milyon...Ve yerli film izleyicisi, yabancı filmleri seyredenleri aştı. Ödüller de cabası...
Geçen ay Kelebek’i açtığımda James Bond’u oynayan İngiliz yıldız Daniel Craig’le yanyana gördüm kendimi... Mevlüt Tezel’in haberi, “Mustafa, Bond’u solladı” başlığını taşıyordu.
Aynı günlerde vizyona giren bir yerli belgesel, bir Hollywood efsanesini geride bırakmıştı. “Ben de
Kemal... Mustafa Kemal...” der gibiydi.
Yerlideki artışBirkaç yıl önce Bond’un gişede yerli bir film tarafından alt edilebileceğine kimse inanmazdı; ama 2008, bu konuda bir dönüm noktası oldu.
2008’de vizyona giren 265 filmin 52’si yerli yapımdı. Yani yerli film oranı yüzde 20’ye çıktı. Bu oran, son yıllarda istikrarlı bir şekilde yükselen çıtanın ulaştığı en üst basamağı müjdeliyor.
Yerli film oranı 2004’te yüzde 8’di. 2005’te yüzde 11’e, 2006’da yüzde 14’e çıkmış, 2007’de yüzde 16’ya tırmanmıştı.
Seyircideki artışToplam izleyici sayısındaki artış daha da gözkamaştırıcı: 2004’te 30 milyon sınırına dayanan seyirci, 2006’da 35 milyona yaklaşmış, geçen yıl 30 milyona düşmüştü. Bu yıl 35 milyon 800 bin rakamı yakalandı. Bu, Türkiye sinemasında tüm zamanların en iyi rakamı... Geçen yıla göre (ve krize rağmen) seyirci sayısının yüzde 20’ye yakın arttığını gösteriyor.
Seyircinin tercihine bakınca “yerlinin tırmanışı” daha net anlaşılıyor: 35 milyon 800 bin seyircinin 21,2 milyonu (yani yüzde 59’u) yerli yapımları seçmiş. 14,6 milyon seyirci ise (yüzde 41) yabancı yapımlara gitmiş.
1980’lerin sonlarında yerli seyirci oranının yüzde 3 düzeyinde olduğunu hatırlatalım. Tırmanış, 1990’ların ortalarından itibaren başladı. 2004’te yüzde 40’a, 2008’de yüzde 48’e çıktı. Bu da seyircinin tercihinin giderek yerliden yana değiştiğini gösteriyor.
Sinemanın kazanç hanesinde de bereket var: 2008’in toplam gişe hasılatı
280 milyon YTL...
Asıl bereket ise Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da aldığı “En iyi yönetmen” ödülüyle doruğa çıkan “nitelik”te...
Neden?Bu gelişmenin birkaç nedeni var.
Öncelikle Hollywood’un bütün dünyada mevzi kaybettiğini söylemek gerekir. Amerika’nın sözünün tükenmesi, Bush’la “en nefret edilen ülke” tahtına yerleşmesi ve nihayet krizin Hollywood’u vurması önemli bir etken... Artık pahalı prodüksiyonlar, güçlü görsel efektler Hollywood’u ayakta tutmaya yetmiyor. Son Bond, Avrupa’da yılın en kötü filmleri arasında gösterildi mesela... Cannes’da Amerikan sinemasının esamisi okunmadı.
Sinemada anti-Amerikanizm’i bütün Batı’da gözlemek mümkün: Mesela Almanya’da 180 milyon seyirci var. Eskiden yüzde 10’u Alman filmlerine gidiyordu; Bush’tan sonra bu oran yüzde 25’e dek yükseldi.
Amerikan filmlerinin biletine yüksek vergi koyup o parayı yerli filmlere aktararak Hollywood karşısında kendi sinemasını koruyan Fransa’da ise yerli yapımların pazar payı yüzde 35’e ulaştı.
Hollywood Avrupa’da çöküyor. Ama çöküş hiçbir yerde Türkiye’deki kadar belirgin değil.
Burada da iki yerli faktörden söz etmek gerek: Biri ulusalcılık eğilimi... Sadece yerli film değil, yerli dizi, yerli kola, yerli muz da rağbette... Diğer bir faktör ise sinemaya artan bakanlık desteği... Bu destek hem nicelik hem nitelik artışı getirdi. Ve “Türk sinemasının altın çağı” denilebilecek bir dönemi başlattı.
Çirkin Amerikalının dönüşüEski Amerikan Başkanı Wilson “Popüler kültür, konuştuğu evrensel dille Amerika’nın planlarını ve amaçlarını sunmaya yardımcı olacak” diyordu. Amerikalılar ihraç ettikleri filmler, müzikler, TV dizileriyle hem iyi ticaret, hem iyi diplomasi yapacaklarına inanıyorlardı.
Öyle oldu mu?
“Çirkin Amerikalılar: Global Kültür Harbini Kaybetmemek İçin” kitabının yazarı Martha Bayles’in Newsweek dergisinin 2008 bilanço sayısındaki yazısına göre “ticaret boyutuyla evet...”
1986-2005 arasında Amerikan film ve video ürünlerinin yabancı satış gelirleri 1,9 milyar dolardan 10,4 milyar dolara yükselmiş.
Ama diplomatik açıdan durum o kadar parlak değil. Bayles’e göre “Kara Şövalye” gibi filmlerde ya da “Desperate Housewives” gibi dizilerde verilen şiddet eğilimli ya da iğneleyici Amerika görüntüsü, izleyici üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor.
“Amerikan televizyon dizilerini, filmlerini izleyenler ya da Amerikan müziği dinleyenler, bizim yabancılarla düzenli seks yapan, sokaklarda silahlanmış bir şekilde dolaşan, en ufak kışkırtmada komşularını vurmaya hazır, sürekli kokain çeken, çöküşe geçmiş zengin eğlence düşkünleri olduğumuza inanır” diyor bir uzman...
Bu konuda ilginç bir istatistik var. 47 ülkede yapılan bir araştırmaya göre ABD’yi ziyaret edenler, görmeyenlere göre daha olumlu görüşlere sahipmiş.
Yani popüler kültür artık “Amerika’nın en iyi büyükelçisi” unvanını taşımıyor; hatta tersine Amerikan patentli popüler kültür ürünleri Amerikan imajını aşındırıyor.
Aynı araştırmaya göre Müslüman ağırlığı olan Bangladeş, Pakistan, Türkiye, Ürdün, Mısır gibi ülkelerde çoğunluk, Amerikan müziği, filmleri ve televizyonundan hoşlanmadığını söylüyor.
Ve çoğu yerde Amerikan fikrileri ve ürünlerinin yayılışı tepkiyle karşılanıyor.
Yeni Başkan Obama bu imajı tersine çevirebilecek mi? Onun da Hollywood’dan ve dizilerde çizilen Amerikan portresinden şikayetçi olduğunu ve işinin hiç kolay olmadığını belirtelim.