Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


2 yıl önce bir tanıklık yapmış, o zaman utanıp yazamamıştım. Şimdi yazabilirim:
Türkiye’nin en saygın fakültesinde öğretim görevlisi olan bir dostum hakkında "Atatürk’e alenen sövmek" iddiasıyla soruşturma açılmıştı. Olay komikti:
Arkadaşım internetteki tartışma sitesinde üniversite şirketlerini eleştirirken "Sen karışma" diyenlere şu cevabı yazmıştı:
"Ya Mustafa Kemal de işgal İstanbul’una geldiğinde yaverine ‘Kafana tokadan başka bir şey takma çocuk’ dese ne olurdu?"
İnanmayacaksınız ama vurdumduymazlara Atatürk’ü örnek gösteren bu cümle "Atatürk’e sövgü" sayılmış, dosya YÖK’e yollanıp dostumun ihracı istenmişti. İşte benim tanıklığım bu aşamada gündeme gelmişti.
Çünkü - komikliğe bakın ki - üniversitede "Atatürk ilkeleri" dersi veren dostum, Cumhuriyet’in 75. yılında hazırladığımız belgeselin de danışmanıydı.
Bana düşen, YÖK heyetinin karşısına çıkıp "Durun, onu atamazsınız. O su katılmamış bir Atatürkçüdür" demekti.
Profesörlerin karşısına çıktım.
"21. yüzyıl arifesinde özgür düşüncenin tapınağı olması gereken üniversitede cadı avcılığı yaptığınız ve bizi de buna alet ettiğiniz için yazıklar olsun size" desem savunmayı çökertmiş olacaktım. Onun yerine dostumun belgesele yaptığı katkıları anlattım.
Ve utanarak çıktım.
Dostum halen aynı fakültede "Atatürk ilkeleri" öğretiyor.
***
Bu eski hikayeyi hatırlamamın nedeni, son aylarda bir parti gibi kadrolaşan ve partili olmayanlara savaş açan Gazi Üniversitesi’nde benzer bir "akademik linç" yaşanıyor olması...
Bu da ilki kadar komik bir öykü...
Üniversite, YÖK’e başvurarak kendi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Çiğdem’in "meslekten men edilmesini" istiyor.
Niye?
Doç. Çiğdem, bir devlet kuruluşu olan Türkiye Bilimler Akademisi’nin verdiği bursla Almanya’daki Bielefeld üniversitesine araştırma yapmaya gittiği için...
Üniversite, "Benden izin almadan gitti" diyor.
İdarenin muhalif görüşleri nedeniyle pek hoşlanmadığı Doç. Çiğdem, izin müracaatına 4 ay cevap bekledikten sonra şifahi bildirimle gitmiş. Rektörlük bursu onaylamayınca da 1 ay sonra görevine dönmüş. Buna rağmen fakülte, "görevden çekilmiş sayma" cezası vermiş.
İdare mahkemesi yürütmeyi durdurmuş.
Mecburen Çiğdem’i göreve iade eden Rektörlük bu kez de "Devlet Memurları Kanunu"ndan ceza veriyor ve "meslekten men edilmesini" istiyor. Gerekçe, mahkemenin reddettiği suçlamanın aynısı:
"İşyerini mazeretsiz terk etmek..."
***
Çiğdem, ekimde "YÖK mahkemesi"nde, üniversitenin belediyeden farklı bir yer olduğunu, kendisinin de Almanya’ya tatile değil, devlet bursuyla araştırma yapmaya gittiğini kanıtlamaya çalışacak. İnsanın aklına, 1940’larda DTCF’de Boratav’lar, Boran’lar, Berkes’ler için kaynatılan cadı kazanları geliyor.
Sonraları dünya çapında adını duyuran halkbilimci Pertev Naili Boratav da o zaman "Türkçülük aleyhinde bulunmak" suçlamasıyla tasfiye edilmişti. Savunmasında şöyle demişti:
"Bu dava, bana üniversitelerimizin nasıl acınacak hale düşürüldüğünü öğretti. Benim davam kapanıp gider, fakat memleketin fikir tarihinde benzer davalar yine çıkabilir. Bu nedenle üniversitenin halini bütün acılığıyla halka ve özellikle de gözlerinden korku okunan talebelerime göstermeliyim."
O zaman tarih 1948’di.
Yarım asırda sizce ne değişti?