Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sabahtı, henüz şehir uyanmamıştı.Kapıyı çaldım.Tişört ve kotuyla Burhan Öçal açtı.Milliyet'in temsil ettiği Cannes reklam festivalindeki Türk gecesinin konuğuydu ve akşamki solo konsere hazırlanıyordu.Gece, geç vakte dek canlı sokaklar boyunca birlikte yürümüş, yol ortasında neşeyle dans edenleri izlemiştik.Ellerinin hiç durmadığını fark etmiştim. Parmakları, otururken diz kapağında ritim tutuyor, konuşurken tarife yardımcı oluyor, bıçkınlaştığında saçlarını geriye doğru tarıyordu. Oda penceresinden zümrüt Akdeniz ve yanık tenle sahile koşan alımlı Fransızlar görünüyordu.Öçal ise balkona sandalyesini, dizine darbukasını koymuş, manzarayı izleyerek "talim" yapıyordu.* * *Türkiye'nin ritmini yurtdışında duyuran bir vurmalı çalgılar ustasının nasıl hazırlandığını merak ettim.Bateristmiş aslında... Ayağını kırıp pedal kullanamaz hale gelince davulu bırakıp darbuka çalmaya başlamış. Annesi, "Ne o oğlum, dümbelekçi mi oldun" diye takılsa da vazgeçmemiş; dövme bakırdan çemberli darbukası ile yoldaş olmuş.O darbukayı kâh başına yastık yapıyor, kâh tabure gibi üzerine oturuyor. Yere koyup ayağını uzatıyor, gergefinde yazı yazıyor, içinde eşya taşıyor. Konu komşu rahatsız olmasın diye içine havlu tıkıştırıp şefkatle koltuğunun altına alıyor ve tatlı tatlı dövmeye başlıyor.O andan itibaren, damarlı ellerin ucunda eklemli sıradağlar gibi gergin deriye yayılan parmakların raksı başlıyor.* * *"Talim" sıkıcı iş... Amaç, 10 parmağı tek tek açıp ritme alıştırmak...Saniyede 18 vuruşla 10 parmaktan 10 ayrı ses çıkarmak... Kâh baş parmak serçeye hızla çarpılarak "kick" yapmak, kâh sol elin trampeti eşliğinde sağın işaretparmağıyla tırnak çalmak...Düzenli hip-hop ritimlerden altyapı serip araya Roman figürleri ya da Şamlı büyükdedesinden miras Arap ezgileri serpiştirmek, kendi deyimiyle "cümleler kurmak"."Parmakları, bazen bir kelebek kanadı kadar hafif gezdirip, bazen bir çekiç kadar sert vurabilmek."* * *Öçal, en az 4 saat süren bu antrenman süresince sıkılmamak için genellikle TV karşısına geçer, anlamsız bir program seçer ve boş gözlerle ona bakarak çalışırmış.O gece birkaç sorunu var.Sıcak havanın nemi parmaklarını deriye yapıştırıyor ve deniz, müziğin sesini emiyor. Buna karşın çaldığı yerde 2 kilobaytın üzerinde sese izin verilmiyor. Oysa o 20 kilobayt istiyor."Bıraksalar tek başıma dağıtırım burayı... Sahili başıma toplarım" diyor. Sonra "milli ritmimiz"e başlıyor:"Dım dım çaka tak, dım çaka tak...""Nasıl birasız Almanya olmazsa, 9/8'lik ritimsiz Türkiye de olmaz... Çalayım bunu, anında herkes dökülür sahneye... Ama bütün solo konseri bununla götüremezsin. Aralara başka öyküler serpiştirmelisin. Çalarken satranç oynar gibi, bir sonraki cümleyi, o cümlenin o ritme uyup uymayacağını hesaplamalısın. O sırada kramplı çalarsan seyirci fark eder, relax çalacaksın."* * *3 yıl önce Erkan Mumcu'nun davetiyle geldiği anavatanında şimdi daha çok vakit geçirip evrensele açılan ezgiler besteleyerek "kendisini besleyen Türkiye'ye borcunu ödemek" istiyor Burhan Öçal...Bir yandan da ilk filminden sonra yağan film, dizi, konser teklifleriyle, yeni çıkan albümünün tanıtımıyla uğraşıyor.Gece olduğunda ise, tam da otelde tarif ettiği gibi çalıyor:Kelebekler ve çekiçlerle...Ve dediği gibi, birkaç parmak darbesinde "Türkiye'nin ritmi"ni duyan, koşuyor sahneye... can.dundar@e-kolay.net Cannes'da kaldığım otelde yan odadan dinmek bilmez tıkırtılar geliyordu.