CNN'in ünlü savaş muhabiri Peter Arnett, cephe anılarını yazdığı kitabında (Savaş Alanından Canlı Yayın, İletişim, 1999) Associated Press (AP) muhabiri Cong La'nın öyküsünü anlatır.
Cong La, Vietnam savaşında fotoğraf çekebilmek için bir hendeğe tırmandığı sırada kurşun yağmuru altında kalmış, kamerayı tutan kolu delik deşik olmuştur. Kan kaybından bayılmadan önce bir askeri yanına çağırıp, (Hayır, ambulans çağırmasını değil) kendisinin fotoğrafını çekmesini ister.
Bu olaydan sağ kurtulacak, ancak daha sonra bir Vietkong saldırısında gırtlağından kurşunlanarak öldürülecektir.
Arnett şöyle yazar:
"Savaşta bir asker öldüğünde geride kalanlar, onun onuru ve ülkesi adına kendini feda ettiğini düşünerek teselli bulabiliyorlardı. Bayrağa sarılı naaşı, askeri törenle son yolculuğa uğurlanıyordu. Bizse kendi ölümüzü kendimiz derleyip topluyor, bir yük uçağıyla evine yolluyorduk."
* * *
Kerem'inki de böyle olacak muhtemelen...
Göcek'ten koşan annesi, Paris'ten yetişen babası, Brüksel'den gelen ablası Priştine'deki hamile eşiyle buluşup, bu uzak Balkan toprağına sessiz sedasız defnedecekler genç bedenini...
Dünyaya savaşın korkunç yüzünü göstermek yeterince "kutsal bir amaç" sayılmadığından öyle görkemli törenler yapılmayacak.
Mesleği uğruna ölüme gitmek, ülkesi adına ecele koşmak kadar "şerefli" sayılmadığından ailesine şehit maaşı da bağlanmayacak.
Bu çileli mesleğin neferleri yol arkadaşlarını gömüp cepheye koşacaklar yeniden...
Savaşı birlikte izlediği Kerem'in, Krivenik'te belki de Arnavutların ateşlediği bir havan topuyla öldürülüşünü görüntülemek zorunda kalan Arnavut asıllı APTN kameramanı Süleyman gibi tıpkı...
Bayılmak üzereyken, kanayan yerin kendi yaralı kolu değil, bir haber unsuru olduğunu düşünen Cong La gibi...
Göre göre aşina oldukları ölümün üstüne kayıtsız bir cesaretle yürüyen ve belgelemeye çalıştıkları vahşetin kurbanı olan diğer meslektaşlarımız gibi...
* * *
Kerem benim için, 6 - 7 yıl önce paylaştığımız bir büroda montaj aletleri başında gülümseyen bir kibar çehre...
Ölümü hiç yakıştaramayacağınız kadar hayat kokan, taze bir bebek yüzü...
İşine "ölesiye" tutkun bir genç adam...
Baba mesleğine 1988 yılında Dateline gazetesine yazılar yazarak başlamış, sonra Mancherter Üniversitesi'ne eğitime gitmiş, edebiyat, Türkçe ve hatta Çince okumuştu.
7 yıl önce Türkiye'ye dönmüş ve AP'de çalışmaya başlamıştı.
Kosova, onun ilk savaşıydı.
Geçen sene AP'nin bölgedeki bürosuna gittiğinde aşık olduğu Arnavut asıllı Elide'yle evlenmiş ve Priştine'ye yerleşmişti.
2 aya kadar doğacak bebeklerini ve Viyana'ya tayinlerini bekliyorlardı.
Kerem'in annesi Nevim, dün Kosova'ya uçarken "Geçen sene düğününe gittim, bu sene cenazesine gidiyorum" diye ağlıyordu.
* * *
Mesleğim benim; düğünüm, cenazem...
Oğulsuz kalmış babaların, babasız doğacak oğulların kutsanmamış kabristanı...
Sevgilim... katilim!..