Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara
Türk siyasetinde bir liderin doğuşuna tanıklık ettik dün... Kılıçdaroğlu, partililer, seyirciler, gazetecilerden oluşan dev bir jüri önünde ilk olağan(üstü) kongre sınavına girdi ve kürsü hâkimiyeti, samimiyeti, belâgatiyle herkesi etkiledi.
Önceki gün “Nasıl bir konuşma yapacaksınız?” diye sorduğumda “Sıcak bir konuşma” demişti. Öyleydi.
Sıcak, (torunu gibi) duru ve en önemlisi (“eski bürokrat” diye burun bükenleri yalanlarcasına) “sivil”di.
“Geliyoruz” diye başladığı konuşmasını, “Hep beraber iktidara koşacağız” diye noktaladı. Sadece hükümet eleştirisi duymaya alışkın kurultay salonu, belki de ilk kez ayrıntılı bir vaatler manzumesi, bir iktidar hamlesi, “Ben hazırım” diyen bir gölge başbakan sesi duydu.
Kılıçdaroğlu, Rahşan Ecevit’in yanına gidip kasketi de takınca herkes onu “Karaoğlan”a benzetti. O da bu 1970 model umut kampanyasını sözleriyle besledi:
Nâzım Hikmet’ten, Ahmet Arif’ten dizeler söyledi. Cumhuriyetten, laiklikten değil, işsizlerden, yoksullardan, çöpten kâğıt toplayanlardan, gece aç yatanlardan söz etti.
“Bu düzeni yıkacağız” dedi; “Hakça bölüşeceğiz” dedi, “Faşizme geçit yok” dedi.
Balıkçı yaka kazağıyla sol yumruk havada çektirdiği fotoğrafın altındaki tribünler “Halkçı Kemal”, “Devrimci Kemal” diye inledi.
“İnadına Baykal, inadına sol” sloganı hızla “İnadına Kemal, inadına sol”a çevriliverdi.
Baykal’a “Deniz” demeye bir türlü dili varmamış CHP’lilerin ona ilk günden ilk ismiyle hitap etmesi manidardı.
Özetle, CHP gemisi, bir faciadan bir fırsat üretti ve dün “Kemal”le dümeni sola ve iktidara doğru çevirdi.
* * *
Sanki atıl duran bir barajın kapağı açılmış ve yıllardır set ardında biriken sular salona doğru çağlamıştı. Baykal döneminde partiye uzak durmuş, uzak tutulmuş, dışlanmış kim varsa sel olup gelmişti. Konuklar tribünü bir “küskünler galerisi” gibiydi.
Eşref Erdem’den Adnan Keskin’e, Murat Karayalçın’dan Rahşan Ecevit’e, Kamer Genç’ten Arif Sağ’a pek çok isim “Büyük kırgınlar buluşması” için toplanmıştı adeta...
Bu toplanmadan ahenk mi çıkar, kaos mu?
Bunu Kılıçdaroğlu’nun tavrı ve kuracağı kadro belirleyecek. Önündeki ilk zorluk bu...
Bunca küskünden, bunca beklentiden, herkesi tatmin edecek bir kadro kurmak...
Parti içindeki gücü bilinen statükoyu ürkütmeden değişimi gerçekleştirebilmek...
Destek uğruna “eski” isimlerden oluşturulmuş bir yönetim yerine gerçekten “yeni” izlenimi verecek bir vitrin kurabilmek...
Vaat ettiği demokrasiyi önce parti içinde sağlayabilmek... Bunu, bu kurultayda başarabilmesi zor görünüyor. Tek adayla seçime giden, önseçim vaat etmeyen, delegenin listede istediği yöneticiye oy vermesini engelleyen bir parti demokrasiden bahsedebilir mi?
Kılıçdaroğlu’nun ilk güçlüğü, hayal ettiği partiyle, başına geçtiği parti arasındaki uçurumu kapatabilmek olacak.
Eğer kendi isminin yarattığı değişim heyecanını yarın parti yönetiminde de sağlayabilirse, eskilere “Bir dönem dinlenin” deyip akademisyenler, sivil toplum önderleri, kadınlar, gençler, sanatçılarla donanmış bir ekip kurabilirse, “Recep Bey”in işi bundan sonra gerçekten zor demektir.

“Recep Bey” ile “Kemal Abi”
Şu “Recep Bey”e de değinelim:
Dün CHP kurultayını en çok neşelendiren hitap buydu.
Kılıçdaroğlu, Başbakan’dan inatla “Recep Bey” diye söz etti. Bir anlamda onu ismiyle karikatürize etti.
Hatırlatalım:
“Tayyip”, “temiz, iyi, güzel, hoş” anlamı taşıyor.
“Recep” ise “Gösterişli, heybetli” demek...
“Kemal Bey”, Başbakan’ın “temizlik”ten ziyade “gösteriş” çağrıştıran ismini muhatap aldı. Oradan yüklendi.
Asıl önemlisi, onu kendi silahlarıyla vurdu:
Kasımpaşalılara “Kasımpaşalı dedikodu yapmaz. Ondan ‘Kasımpaşalı’ unvanını geri alın” dedi.
“İnancımıza göre sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Senin yaptığın inanca sığar mı?” diye sordu.
Merdivenaltı atölyelerdeki başörtülü kızlara el uzattı. Özetle, en cahile bile uzanan, umut veren, kalbine giren bir üslupla “Atma Recep, din kardeşiyiz” dedi.
Kürsüdeki bir delegenin salona sorduğu soruyla noktalayalım;
“Sizin hiç ‘abi’ dediğiniz bir genel başkanınız oldu mu?
Bizim artık var!”