İsveç’te gazeteci olmak istemezdim. Hayatın intizam içinde sürüp gittiği, bir trafik kazası haberinin kamuoyunu günlerce meşgul ettiği, “renksiz” bir coğrafyaya alışkın değiliz biz...
Tekinsiz hayatlar severiz.
Hadisesiz sıkılırız.
Ama bizimki de fazla değil mi?
Sabaha ayrı gündemle başlayıp öğleye gündem değiştirmek, akşama günü bambaşka bir gündemle tamamlamak ve gece yarısı ne olacak diye uyku uyuyamamak?..
Her dakika kulağımız televizyon haberlerinde, patladı patlayacak bir olay bekleyerek yaşamak?..
Ekranda kıpkırmızı yanıp sönen “Son Dakika” yazısını her görüşümüzde panik halinde televizyonun ses tuşuna davranmak?..
Bir film izlerken, maça giderken, ailece yemekteyken telefonu hep açık tutmak... Peş peşe gelen haber mesajları yüzünden ağız tadıyla bir sohbet edememek?..
Gündemi bir türlü normalleştirip dizginleyememek?
* * *
Tamam, sıkıcı bir ülkede gazetecilik yapmak istemeyiz; ama böylesi de fazla değil mi?
Bunun bir düzü yok mu?
Bu ülkenin gündemi hiç rehavete kapılmaz mı?
Gündelik politikası hiç tatile çıkmaz mı?
Felaket haberleri, cinayet haberleri, siyaset haberleri yorulup durulmaz mı?
Geçen salı, banyoda kendimi müzik yerine parti liderlerinin grup konuşmalarını dinlerken yakaladığımda anladım bünyemde bir bozukluk oluştuğunu...
Tedavi için iki hafta izin rica ediyorum sizlerden...
Dönüşte sakin bir gündemle buluşmak ümidiyle...