20 yıl önce bugün, Berlin Duvarı yıkıldığında 32. Gün’de çalışıyordum.
Duvarın balyozlanışını heyecan içinde izlemiştik.
Mazinin beton perdesi bir gün içinde unufak olup 7 kıtaya yayıldı; her bir parçası, karanlık bir devrin simgesi olarak çekmecelere tıkıldı.
Alman rock grubu Scorpions “Winds of Change”i (“Değişim rüzgârları”) estirirken “Hiç düşünmüş müydün/ kardeş gibi yakın olabileceğimizi” diye soruyor, “Havada istikbali hissedebiliyorum” diyordu.
Biz de yeni bir ümit kapısının eşiğinde olduğumuzu hissediyorduk.
Evlerimize o eşikten atlayan ilk askerin posterini asıyorduk.
Omzunda kalaşnikofuyla, dikenli tellerin üzerinden atlayan Doğu Alman askerinin fotoğrafını bilirsiniz.
Fotoğraftaki askerin adı Conrad Schumann’dı.
2. Dünya Savaşı’nda doğan kuşaktandı.
19 yaşındaydı.
Bir Sakson kasabasında doğmuş, gönüllü polis olmuştu. Sadakati sayesinde, inşa edilmekte olan “anti-faşist savunma duvarı”nda nöbete çağrılmıştı.
15 Ağustos 1961 günü, tenini yakan üniforma içinde sigara üstüne sigara içerken bir an karşı taraftan “Atla... atla...” diye bağıranların çağrısına uymuş ve saat 16.00’da bütün mazisini geride bırakan bir deparla sınırı aşmıştı.
Sadece ikiye bölünmüş bir kentin değil, ikiye bölünmüş bir dünyanın bir kutbundan diğerine koşmuş, soğuk savaşın ve “özgürlüğe” kaçışın sembolü olmuştu.
* * *
Aynı anda yine 19 yaşında bir fotoğrafçı, karşı kaldırımda bu anı kolluyordu.
Peter Leibling, genç askerin tellere doğru hareketlendiğini görünce Exacta marka fotoğraf makinesinin 200 mm.’lik objektifini ona doğru yöneltmiş ve peş peşe deklanşöre basmıştı. Çektiği tek fotoğrafla Doğu Alman rejiminin propaganda makinesini yere çalmıştı.
O fotoğraf, ertesi günkü gazetelerin 1. sayfasına yerleştiği gibi, ona sayısız ödül de kazandıracak ve 20. yüzyılın sembol fotoğraflarından biri olarak zihinlere kazınacaktı.
Geçen haziranda Almanlar, o anı Bernauer Caddesi’ne diktikleri bir heykelle ölümsüzleştirdi.
* * *
Batı propaganda çarkı, 19 yaşındaki bir firariden, “hürriyet yolunu açan bir kahraman” mitosu yaratmıştı.
Sonrasını pek umursamadı.
Schumann, Bavyera’ya yerleşti. Audi fabrikasında iş buldu. Evlendi, çocukları, torunları oldu. Arada komünizm aleyhtarı gösterilere katılıp posterlerini imzaladı; ABD Başkanı’nın ziyaretinde Brandenburg Kapısı’nda Reagan’ın yanıbaşındaydı.
1989’da duvar yıkılınca “Şimdi kendimi gerçekten özgür hissediyorum” dedi. Ama sınırı tersine aşıp doğduğu Saksonya’ya, akrabalarını, eski arkadaşlarını ziyarete gitmedi.
Psikiyatrına göre bir savaşın ortasında yoldaşlarını ortada bırakmanın vicdan azabını yaşıyordu. “Kutsal ant”ına ihanet ettiğini düşünüyordu. Kendisine veya ailesine zarar verileceğinden korkuyordu.
Depresyondaydı.
Duvarın yıkılmasından 9 yıl sonra, 20 Haziran 1998’de kendini bir ağaca asmış olarak bulundu.
Geride hiçbir açıklama bırakmadı.
Arkasından yazılan bir yazıda şöyle deniliyordu:
“Belki de yeterince uzağa atlayamadı.
Bir insanı bir rejimden koparabilirsiniz, ama bir rejimi bir insandan koparmak o kadar kolay değildir.”