Geçen gün bir davette, birbiriyle karşılaşıp toka için el uzatan davetlilerin son anda domuz gribi uyarılarını hatırlayıp ellerini sobaya değmiş gibi aniden geri çektiklerine ve Japonlar gibi eğilerek birbirlerini selamladıklarına tanık oldum.
Kimisi de sağ kolunu iyice ileri uzatarak yarışta bayrak verir gibi kerhen tokalaşıyor ama kafalarını geriye doğru çekerek “Öpüşmek yok” diyordu.
* * *
“Öze dönüş” mü demeli?
Kudret Emiroğlu’nun “Gündelik Hayatımızın Tarihi” (Dost, 2001) kitabından öğreniyoruz ki, İslam kaynaklarında elle işaretleşerek selam vermenin bir “Yahudi ve Hıristiyan âdeti” olduğu yazılıymış.
İslam geleneğinde Adem’den İbrahim’e kadar insanlar birbirlerine “secde ederek” selamlaşmış.
Hz. Muhammed döneminde “elle musafaha” sünnet olmuş.
Yani iki kişinin sağ ellerinin avuç içlerini birbirine yapıştırması... “İki başparmağın birbirine değdirilerek parmaktan kalbe muhabbet geçirilmesi”...
Osmanlı’da parmaklar da kopmuş birbirinden; “temenna” âdet olmuş. Bunun da çeşitleri var:
Çok itibarlı biri karşısında bel bükülüyor, el yerden havalanıp göğüsten dudağa ve başa götürülüyor; sıradan biriyse parmaklar şöyle bir döşe değdirilip alna sürülüyor.
El sıkma mı?
Çoğu Garp âdeti gibi o da Osmanlı alafrangaları arasında başlamış önce... Bir süre kadınların eli sıkılmamış, ama cumhuriyetten sonra o da yaygınlaşmış.
* * *
Derler ki el sıkma âdeti, herkesin silahlı gezdiği devirde “Silahsızım, elim boş, kötü niyetim yok” manasına el kaldırmakla başlamış.
Asırlar sonra bugün Erdoğan’la Baykal’ın ya da bir Kürt belediye başkanı ile garnizon komutanının bayram sabahı el sıkışmalarının aynı anlama gelmediği söylenebilir mi?
Her şey gibi el sıkma ve selamlaşma da zamanla “semboller siyaseti”nin alametlerinden biri haline geldi.
Elini kendi göbek deliğine yakın tutarak karşısındakinin yaklaşmasını bekleyen ve gelenin elini limon gibi sıkan otorite meraklıları da var, muhatabının parmak uçlarını sümüklü mendil gibi adeta tiksinerek tutan hijyen saplantılıları da...
Avucun içinde kımıldayan parmakla mesajlaşan masonlar da var, tanıştığı kadının avuç içini gıdıklayan çapkınlar da...
Erkek erkeğe öpüşme alışkanlığını domuz gribi virüsünden çok önce terk edip koç vuruşu tarzıyla kafa tokuşturanlar da var, TRT Genel Müdürü’nün Çankaya’da “first lady”nin elini sıkmamasını “Devlet katına temennanın dönüşü” diye yorumlayanlar da...
Her işten olduğu gibi el sıkışmadan da bir Şark-Garp ihtilafı çıkarmayı becerdik vesselam...
* * *
Lakin domuz gribiyle gelen “Yakın temastan kaçının” uyarısı, Şark ile Garbı birleştirdi, tokalaşan elleri ayrıştırdı.
En modern kesimler bile temennaya döndü.
Bazıları istisna...
Onlara “ten-ne-âlâ”cılar diyelim isterseniz...
Çıplak kadın teninden suşi yeme fırsatı veren yeni Japon restoranın müşterilerinde, manken terine banılmış çiğ balık tutkusu, enfeksiyon korkusunu yenmişe benziyor.
Göbek deliğinden zeytin yiyen popçu klipleriyle büyümüş bir nesil, üryan kız bedeninden sofrayı görünce tabak hijyenini filan unutuyor, çubuğu kapıp koşuyor.
Allah vermesin, imamın sesini duyar gibiyim:
“Er suşi niyetine!”