Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçenlerde bir yazıda "Hep kendine benzeyenlere tutulur insan" demiştim, "...çünkü her aşkta kendini arar..."
İspat için de basit bir oyun önermiştim:
Türkiye'yi hiç bilmeyen birine iki sütunda 5'er isim verin:
Süleyman, Bülent, Özer, Mesut, Necmettin...
Rahşan, Tansu, Nazmiye, Nermin, Berna...
Ona bu isimlerin özelliklerini anlatın ve bunları eşleştirmesini isteyin. 5'te 5 tutturduğunu hayretle göreceksiniz.
Ya da daha basitini yapın:
Ona iki ayrı "Semra" anlatın; hangisini Turgut Özal'a, hangisini Ahmet Necdet Sezer'e yakıştırdığını sorun.
Yine doğrusunu bilecektir.
Yazının çıktığı hafta Amerika'daydım. Bir okurum "Sizin oyunu Amerikalı bir arkadaşımla oynadık" dedi, "Gerçekten de 5'te 5 tutturdu".

* * *

Öyledir.
Eşiniz, sizi ele verir.
Hayatınızın bu en kritik tercihinde, artılarınız ve eksileriniz, erdemleriniz ve kompleksleriniz, müttefik aradığınız tutkularınız, gizlemeye çabaladığınız defolarınız, tamamlamaya çalıştığınız noksanlarınız, kendinizde arayıp bulamadıklarınız, olmak isteyip olamadıklarınız gizlidir.
Bir ara en büyük hayalim, "first lady"ler (başkadınlar) üzerinden alternatif bir Türkiye belgeseli yapmaktı. Eşlerinin kimi zaman arkasında, kimi zaman yanında, kimi zaman önünde duran bu kadınların portreleri, bize hem "zirvedeki adam"ın arka cepheden çekilmiş bir fotoğrafını, hem de Türkiye'nin dönemden döneme renk değiştiren eşsiz manzarasını sunuyordu.
Latife Hanım, yeni Türkiye'ye örnek olmak üzere seçilmiş, "model" olsun diye evlenilmiş bir misyonerdi. Okur yazar, cevval, hırslı ve müdahaleciydi. Tıpkı eşi gibi...
Mevhibe Hanım, gölgede kalmayı seçmiş fedakar bir adamın gölgesinde fedakar bir hayatı seçmişti.
Berin Hanım, kocasının akıbetinin çok daha ağırını yaşamaya mahkum edilmişti.
Rahşan Hanım'ın halinde, tavrında, kişiliğinde seçtiği hayat arkadaşı gizliydi.
Nazmiye Hanım, karısını ön plana çıkarmak istemeyen tipik bir Anadolu erkeğinin eşiydi.
Nermin Hanım'da örtünmeyi seçen bir dönem kadınlarının dünyasını görmek, Semra Hanım'da "alaturka - modern" bir devrin izini sürmek mümkündü.
İsteyen bu listeye Özer Bey'i de katabilir ve ona bakıp karısını tanıyabilirdi.

* * *

Son iki günde gazetelerin 1. sayfalarını süsleyen iki yeni "first lady", yargılarımı pekiştirdi.
19 Mayıs'ta şeref tribününde gözyaşı döken Semra Sezer, tıpkı eşi gibi, fazla ön plana çıkmayı sevmeyen bir kişilik... Bir yandan evlatlar yetiştirirken, öte yandan kamuya hizmet etmeyi şiar edinmiş bir emekli öğretmen... Gösterişsiz, sade ve sevecen... Şimdi Köşk'te hem mesleğine, hem Batılı "first lady"lerin hizmet geleneklerine uygun bir eğitim kampanyasına imza atmaya hazırlanıyor.
Catherine Derviş, yurtdışında kendi halinde yaşarken bir anda Türkiye'ye "tayini çıkmış" ve gelir gelmez gazetelerin manşetine yerleşmiş bir kadın... Bu tanımın ve çehresindeki ışıltılı gülümseyişin eşininkine ne kadar benzediğini belirtmeye gerek var mı?
Dedim ya, "Seçtiğiniz eşler, yaşadığınız sevdalar otobiyografinizin sizi ele veren birer sayfasıdır".
Kadınlar üzerinden bir Türkiye tarihi yazmak ne güzel olurdu değil mi?