Lisedeki sevgili edebiyat hocam Bahri Bey'in kulakları çınlasın.
Ne çok uğraşmıştı bunları bize ezberletebilmek için...
Bazen bir kısa çizgi, bir nokta formülüyle öyle çok "failatün failün" ezberlerdik ki, kendinizi, Osmanlı'yı öcü göstermek için çekilen belgesellerde, sakallı hocanın önünde yere diz çökmüş, rahlede "ba beyli" temrin eden medrese talebelerine benzetirdik.
Divan şiiri, edebiyat dersi kopyalarının olmazsa olmaz bölümüydü.
O kahredici "Şair burada ne demek istiyor" sorusu geldi mi, kızlar etek altlarına, oğlanlar ceket içlerine davranır, yazarlardı:
"Kanı o gül gülerek geldiği demler şimdi/
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz".
El cevap:
"Birinci dizedeki 'gül' sözcüğü 'sevgili' anlamında kullanılmıştır. 'Kanı', 'hani' anlamına gelse de ses bakımından 'kan' sözcüğünü hatırlatmaktadır. 'Gül' ile 'kan' arasında renk bakımından ilişki vardır. 'Dem', 'zaman' manasında kullanılmakla birlikte 'kan' anlamı da taşır. 'Gül' ile 'gülerek' sözcükleri arasında da ses ve biçim benzerliği vardır. Ayrıca bu beyitte 'gül'ün açılması 'gülmeye' benzetilmiştir." (Cevdet Kudret, Türk Dili, s. 200)
Bir dize içindeki şu marifetlere bakar mısınız?
* * *
Dünkü Hürriyet'te Kamuran Zeren'in haberinden "Milli Eğitim'in edebiyat reformu"nu öğrenince döndüm lise yıllarına...
Habere göre halen lise 2 ve 3. sınıflarda okutulan "Edebiyat Tarihi" dersi kaldırılacak, yeni ders kitaplarında eğitim, Divan edebiyatından değil, günümüz edebiyatından başlayacak, geriye doğru gidecekmiş.
Böylece liseliler Fuzuli'den, Şeyh Galip'ten, Baki'den önce Orhan Pamuk'la, Pınar Kür'le, Adalet Ağaoğlu ile tanışacaklarmış.
* * *
İtiraf edeyim ki, ben Divan'ın tadını okul sıralarından nice sonra keşfedenlerdenim.
İnsan ancak kağıda kaleme bulanıp da diyelim "kadın ağzı"nı tarif için "nokta, mim, hokka, lal, yakut, mercan, kan, kadeh, sedef" gibi binbir sözcük üretip onu teşbihlerle süsleyen dilin zenginliğini görünce anlıyor, yiten edebiyatın kıymetini...
Ancak şu da bir gerçek ki, gündelik hayat, yeni bir duygu ikliminde soluk alıp verdikçe, saraydan, taassuptan, Şark tesirinden, İslamın etki alanından, hatta aşktan ve şaraptan koptukça, Divan da yıllar yılı zorla yaşatıldığı akvaryumda son suyunu da tüketmiş nadide bir balık gibi soluğunu yitiriyor.
Bugün lise çağında bir İngiliz nasıl Shakespeare'i anlamakta zorlanıyorsa, biz de Nedim'i, Nabi'yi, Nefi'yi anlayamaz haldeyiz.
Bu, zamanın doğal törpüsü...
* * *
Ben yine de, (çektiğim onca çileye ve kopyaya rağmen) bugün Divan'sız bir edebiyat tarihi düşünemiyorum.
Ama eğitimin, bu haliyle, çocuklara bırakın Divan tadı vermeyi, onları edebiyattan hepten soğuttuğuna inanıyorum.
O yüzden bakanlığın edebiyat öğretimini çağdaştan başlatıp, geriye doğru götürme kararını doğru buluyorum.
Sıranın yavaş yavaş "Tarih"e gelmekte olduğunu seziyorum.
Orada da tarihin akışını Türklerin Anadolu'ya gelişinden başlatıp, 1938'de kesmek yerine, mesela Tanzimat Fermanı'yla veya 2. Meşrutiyet'le başlatıp, çağdaş siyaset tarihinin labirentlerinde zevkli bir yolculuğun ardından, Osmanlı'ya ve daha geriye uzanılamaz mı?