Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı




HARLEM'de bir cuma namazına gittik; cami çıkışında şeriata çağıran kitaplarla dolu tezgahlar gördük.
Ardından caz tapınağı Blue Note'ta Okay Temiz'in dünya cazcılarıyla birlikte verdiği konseri dinledik.
Çin mahallesinde Pekin ördeği yedik, expressomuzu hemen yanındaki İtalyan mahallesinde içtik.
Birleşmiş Milletler önünde öfkeli Arnavutların protesto gösterisini seyrettik.
Brooklyn köprüsü üzerinde turistlerle fotoğraf çektiren Krişna tapınağı müridleri ve el ele tutuşmuş eşcinseller arasında yürüdük.
Travestilerin nezih gece kulübü Lips'te içkimizi içtik.
Birkaç güne sıkışınca insanı allak bullak eden rengarenk bir çeşitlilik denizinde sörf yaptık keyifle...
Bütün dünyaya tek bir yaşam biçimini, aynı yiyecek, giyecek, eğlence kültürünü dayatmakla suçlayageldiğimiz süper gücün, kendi içinde farklı yaşam biçimlerini bir kapta nasıl eritebildiğini gözledik.
* * *
Belki de uygarlığın sırrı, toplumların "farklıya tahammül yeteneği"nde gizli...
Onca değişik dinden, dilden, renkten, ırktan insanı, kendi kimliklerinden vazgeçmesini istemeden, aynı toprakta, yurttaş kimliğinde buluşturabilmenin sırrı bu yetenekte yatıyor belki de...
Belki o tolerans sayesinde, yaratıcılığın, farklılığı en çok sindirebilen toplumlardan fışkırması...
Peki biz böylesi bir hoşgörü iklimini hiç soluyamayacak mıyız?
Yaşadığımız bölgenin iklim şartları buna elverişsiz mi?
* * *
Bunun bölgeyle ilgili olmadığını gösteren iki kanıt var:
Birincisi Amerika'nın geçtiğimiz yüzyıllarda, "farklı"lar için bir cehennem olduğu gerçeği... 40 yıl öncesine kadar beyaz otobüsüne zenci alınmayan bir toplum, sancılı da olsa ortak yaşamın sırrını buldu.
Hoşgörüsüzlüğün mukadderat olmadığının ikinci kanıtı ise bizzat yaşadığımız topraklarda... Yeni kıtada farklı olanın zulüm gördüğü yüzyıllarda, buralarda barış içinde bir arada yaşamanın en iyi örnekleri veriliyordu. Putperesti bile kucaklayabilen bir İslam geleneği, "Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene gel" diyebilen bir tasavvuf anlayışıyla birleşerek yaratmıştı o mucizeyi...
Türkiye'nin şansı, o geleneğin - hayli aşınmakla birlikte - kısmen sokakta, ama büyük oranda toplumsal hafızada hala yaşıyor olması...
* * *
Bu geleneği yeniden canlandırabilsek, Anadolu'yu besleyen damarları açabilsek, farklılıklarımızı zaaf değil, kazanç olarak görebilsek, onlardan utanmayıp övünebilsek nasıl zenginleşebileceğimizi düşünsenize...
"Farklıya tahammül"ün erdemini yeniden keşfedebilsek, Kürt sorunundan azınlıklara, başörtülülerden düşünce suçlularına kadar ne kadar çok sorunun çözümü kolaylaşır kim bilir...
Her "Allah" diyeni mürteci, Kürtlerden söz eden herkesi "PKK'lı", her muhalifi "komünist" sayma huyundan vazgeçsek, yeni bir toplumsal mutabakata varamaz mıyız?
Kimseyi bir kimlik üniformasına zorlamadan, farklı kimlikleri üstünlük - aşağılık sınıflandırmasına sokmadan, bölünme paranoyasına kapılmadan değişik yaşam tarzlarına, inanç biçimlerine, siyasal görüşlere, etnik kökenlere, cinsel tercihlere kapı aralayabilsek, "öteki"lere önyargısız yaklaşıp kendini ifade şansı tanıyabilsek, herkesin yürekten sahipleneceği bir ülke yaratabiliriz belki...
Sonuçta "Biz, bunca farklılıktan olağanüstü bir mozaik yaratabildik" diye böbürlenebiliriz göğsümüzü gere gere...
Geçmişte başardık bunu... Bugün neden olmasın?