Geceyarısı ekranın altında “Ünsal Oskay vefat etti” yazısını okuduğum an bir kezzap aktı yüreğime...
Gözlüğüm düştü gözümden; net göremez oldum.
İlk dersine girişim 30 yıl önceydi. Masasından hiç kalkmadan, fasılasız konuşan bu harikulade adamdan alamamıştım gözümü...
Sadece ben mi? Bütün sınıf...
Üç ders üst üste, teneffüssüz dinlerdik onu; sözü nefesti çünkü...
Popüler kültürden mi bahsediyor; “Bizans’la Roma niye ayrıldı?” sorusuyla girerdi lafa... Sonra konu darmadağın olmuşken birden Türkan Şoray’a bağlardı.
Kültürel hegemonya mı anlatıyor, Frankestein’dan, Drakula’dan, Yıldız Savaşları’ndan dem vurur, popüler kültürün reel hayatın yarattığı “büyük acı”ya karşı insana boyun eğdiren, narkotik etkisini kurcalardı.
Piyasaya yenik düşmeyen, yabancılaşmamış bir müzik (ve hayat) hayalinden söz ederken birden Moby Dick’ten sayfalar okur, okurken dökülen gözyaşlarını sağ elinin tersiyle siler, çenesinin titremesine aldırmadan “İnsanoğlunun soylu direniş öyküsüdür bu... Yenilen, sadece öncülerdir. Acı çekerler, ama yolu onlar açarlar” derdi.
Sonra, okulun önüne park ettiği köhne motosikletine atlar giderdi.
* * *
Hayrandık hocamıza...
Tek kişilik bir haçlı seferiydi o...
Yıkanmak istemeyen bir çocuk...
Anlamlandırmakta zorlandığımız dünyayı bize mükemmelen tercüme eden bir çevirmen...
Flu gördüklerimizi netleştiren bir gözlük...
O anlattıkça, birbirinden tamamen kopuk ve manasız gibi duran binlerce ayrıntı, rasyonel bir bütünlük içinde anlaşılır hale gelirdi.
“Ben, sen, o yok/ biz varız” coşkusunun ne zaman yerini “Benim en iyi dostum, içkim sigaram” avuntusuna bıraktığını izah ederdi mesela...
Çalışan annelerin neden çocuklarına sürekli oyuncak satın aldığını...
Orhan Gencebay’ın niçin vücut çalıştığını...
Zeki Müren’in niye o kadar nazik bir dil konuştuğunu...
Ya da erkeklerin ne olup da 1970’lerde aniden pornoya merak saldığını...
* * *
Onun, “Moby Dick”te, içinde yaşadığı dünyaya meydan okumak üzere yola çıkan kaşalot gemisinden sağ kurtulan öncülerden biri olduğunu anlamaya başladık çok geçmeden...
Okuyup yazmanın itibar sağladığı, annelerin kızlarına Mülkiyeli damat aradığı, kendisinin de çeviriden kazandığı parayla Cebeci’de tek göz bir ev satın alabildiği yıllarda her şeyini okumaya vermişti.
Ama sonra, tahsil terbiyenin gözden düşüşüne, planlamanın çöküşüne, üretime dayalı mesleklerin yerini rant üleşmeye dayalı bir kaşalotluğun alışına, diploma almanın değil yakışıklı olmanın itibar sağlayışına tanık olmuştu.
Ama hazırlıklıydı buna...
“Cehalet mutluluktur”a hiç kanmadı.
“İnsanı, az bilgi mutsuz eder” derdi.
Hayat kitabının son sayfalarında, uzak denizlerde kaşalot peşinde bitkin düştüyse de nihayetinde insanın özgürleşeceğine dair ümidini bir gün olsun yitirmedi.
Geceyarısı bir ekranın altında onun adını ölümle yan yana görünce sağ elimin tersiyle sildim gözyaşlarımı ve çenemin titremesine aldırmadan “Yenilen, sadece öncülerdir” dedim:
“Acı çekerler, ama yolu onlar açarlar.”