“Mahalle baskısı” tartışması bize ne öğretti? 1) Anadolu’da muhafazakâr bir baskı var.
2) Bu yeni bir şey değil, ama güçlenen yerel iktidar ve cemaat baskısıyla birleşince (yani dipten gelen baskı, üstten gelen dayatmalarla pekişince cüretkârlaştı, ağırlaştı.)
3) Daha önce muhafazakâr kesimde “modernist baskılar”dan yakınanlar vardı. Dünün mağdurları bugünün mağrurları oldular. Kendi mahallelerine dil uzatılmasına hiç tahammüllerinin olmadığı görüldü. Dün kendi haklarını savunanları bile yalan söylemekle suçlamaktan çekinmediler.
* * *
Oysa “mahalle baskısı”nın rengi yok.
Şişli’de asansöre bindiğinde, Bodrum’da denize girdiğinde aşağılayıcı bakışlarla karşılaşan başörtülü kızın Konya’da oruç tutmadı diye, Kayseri’de dekolte giydi diye baskıya maruz kalanların derdini anlaması gerekiyor.
Bunun tersi de geçerli.
Yani bu bir “mahalleler kavgası” değil; kavga, baskıcılarla baskılardan azade, özgür bir toplum isteyenler arasında...
Dolayısıyla, her mahalledeki makul insanların, diğer mahallenin özgürlükçüleriyle baskıya karşı işbirliği yapması elzem...
Ve herkesin karşı “mahalle”nin baskılarına olduğu kadar kendi mahallesinin baskılarına da karşı çıkması şart...
Örneğin, üniversiteye giremeyen türbanlı genç kız, okulda dövülen uzun saçlı gencin yanında saf tutacak.
Din derslerinde inancı nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan Alevi genç kız da, hem okul yönetimine hem “Sünni damat istemeyiz” diyen ailesine aynı kararlılıkla direnecek.
Özgürlük cephesi bu ittifakla genişleyecek.
* * *
Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırmasıyla patlayan son tartışmada muhafazakâr mahalleden pek az makul ses çıktı.
Baykal bile tek parti dönemini eleştirirken, muhafazakâr kalemlerin çoğu “Bunca yakınma boşuna olamaz. Hele bir dönüp kendimize bakalım” demek yerine araştırmayı suçlamayı seçti.
Tavır buysa ve iktidardan da umut yoksa mahalle baskısı nasıl önlenecek?
Burada Prof. Dr. Hakan Yılmaz’ın önerisi hepten önem kazanıyor.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi Prof. Yılmaz “mahalle baskısı”na karşı “ombudsmanlık” kurumu öneriyor.
Yani mahalle karşısında “halkın bir avukatı” olacak; o avukat baskıya maruz kalan bireyleri savunacak.
* * *
Kimi Avrupa ülkelerinde halen var olan özerk bir kurum bu..
“Halkın avukatı” Meclis tarafından seçilecek, güvenilir ve tarafsız bir şahsiyet olacak.
Hukukçular, sosyologlar, sosyal bilimcilerden oluşan geniş bir büronun desteğinde çalışacak.
Ayrımcılığa uğradığına inanan yurttaşlar şikâyetlerini ona iletecekler. Halkın avukatı, bu şikâyetleri inceleyecek. Şikâyeti haklı bulursa baskıcıyı uyaracak; şikâyet eden ile edilen arasında arabuluculuk yapacak.
Yaptırım gücü olmayacak, ancak varacağı sonuç, mahkemede bilirkişi raporu yerine geçecek.
Bu sayede ülkedeki tüm şikâyetlerin de bir envanteri çıkmış olacak. Belli konularda yoğunlaşan şikâyetler konusunda iktidar uyarılacak, yasal düzenlemeye zorlanacak.
Halkın avukatı, ayrımcılıkla mücadele ederken, halkın haklarını öğrenmesine de katkı sunacak.
Baskı ve şikâyetlerin yoğunlaştığı şu dönemde acilen değerlendirilmesi gereken bir öneri bu...