Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hafta sonu iki gece üst üste Devlet Tiyatroları’nın iki oyununu izledim: Biri Turan Oflazoğlu’nun yazdığı “Genç Osman”...
Diğeri Bertolt Brecht imzalı “Galilei’nin Yaşamı...” Devlet Tiyatroları’nın geniş oyuncu kadrolu, zengin kostümlü, tarihi oyunlarını özlemişiz.
Genç Osman rolünde yeni yetenek Kutay Sungar, Galileo Galilei’de de tecrübeli Tamer Levent harikalar yaratıyorlar.
* * *
İki oyunu üst üste izleyince aynı mesajları ve güncel boyutları fark ediyor insan...
Bir defa iki oyunun kahramanları da aynı dönemden:
Genç Osman 1618’te çıkmış tahta...
Ünlü İtalyan bilgini Galilei ilk mercekli dürbünü 1609’da yapmış.
İkisi de yenilikçi, reformcu, heyecanlı kişilikler... İkisi de farklı düşüncelerine karşı çıkarları zedelenen tutucuların direnişiyle karşılaşıyorlar. İkisi de hoşgörüsüzlüğün lanetine uğruyorlar:
Birisi Yedikule zindanlarında, diğeri Engizisyon huzurunda...
* * *
17. yüzyılın penceresinden çağımıza bakınca insan, önyargıları parçalamanın atomu parçalamaktan zor olduğunu bir kez daha idrak ediyor. Batıl inanç karşısında ilimin, yerleşik nizam karşısında değişimin, kör bağnazlık karşısında yeniliğin işinin ne kadar zor olduğunu anlıyor.
Bir sahnede Galilei, devrin önde gelenlerini, kendi icadı teleskopu incelemeye davet ediyor. Geliyorlar. Teleskop hemen önlerinde... Bir göz atsalar yıldızları görecekler.
Bakmıyorlar.
Çünkü kafalarının karışmasından korkuyorlar. Kuşkuyla gelecek soruların, inancın at gözlüklerini gevşetmesinden endişeleniyorlar. Gerçeğin, kendilerinin bilgi tekeline, inanç egemenliğine son vereceğini biliyorlar.
O yüzden gerçekle ilgilenmiyorlar; “Gerçek bizi nereye götürür”ü tartışıyorlar.
* * *
Oysa Genç Osman, başıbozuk Yeniçeri, Sipahi ocaklarının yerine sadece askerlikle uğraşan, Padişah’ın işine karışmayan bir ordu kurmaya niyetleniyor. Saray’da Harem'i kaldırıp tek eşliliğe dönmek istiyor. Kuran’ı her okuyanın anlayabileceği bir dile kavuşturma mücadelesi veriyor.
Aynı dönem Galilei de, bilimde Latincenin tekelini kırmaya çalışıyor.
Halkın diliyle okuyup yazmak istiyorlar ki dil bariyerinin ardına gizlenen batıl inanç çöksün.
Ancak farklı kitaplara, başka yıldızlara bakmak, muhalif görüşleri savunmak, yeni fikirlere açılmak her devir tehlikeli...
“Sadece tek doğru vardır. Onu da biz biliriz. Başka kimseye laf söyletmeyiz” diyen ulema, statüsünün zedeleneceği korkusuyla saldırıyor.
Toplumu kolay yönetmek için kuşkuya değil, sorgusuz inanca, mutlak itaate ihtiyacı var otoritenin...
Ve tabii düşmanlara...
Yargılanacak, linç edilecek, boğdurulacak düşmanlara...
* * *
Sonuçta, çağı, ideolojisi olmayan, asırlarca durulmayan bir tahammülsüzlük kuyusuna atılıyor ikisi de...
Biri 1622’de canına kıyılarak, diğeri 1633’te pişmanlığa zorlanarak yok ediliyor.
Ama gerçek, zorbalıkla yok edilemiyor.
Bir süre sonra Yeniçeri Ocağı reforma, Kilise bilime boyun eğmek zorunda kalıyor.
“Genç Osman”da dendiği gibi, “İnsanlığın üstün bir anlayışa yükselmesi, birilerinin batmasıyla oluyor bazen...”
Ve Galilei’nin dediği gibi;
“Dünya yine de dönüyor.”