İki Hakkari var:
Birinin gözleri istikbale dikili;
...diğeri maziden zerrece ders almamış gibi...
15 yıllık kabustan uyanmış bitap bir hasta ilk Hakkari; yaraları hala kanasa da yüzü gülüyor.
Öbürü yılgın: İş arıyor, aş arıyor, şefkat arıyor.
* * *
Tepeden tırnağa ümide kesebilir bu şehirde insan... Veya ömrünce biriktirdiği cümle ümidi burada bırakıp gidebilir.
...öylesine zengin; öylesine bitkin...
Hakkari - Van otoyolunda dura kalka koşturan bir arabada yazıyorum bu yazıyı... bir saat içinde 5. çevirme bu... 5. açılışı bagajın; kimliğin 5. yoklanışı...
"Alıştık artık, aranmazsak yadırgarız" diyen şoförümüz askerdeki 80 doğumlu oğlunu anlatıyor; "Olağanüstü hal çocuğu. Normal hayat görmedi hiç" diyor.
Ama olsun!..
Bir tesellisi var şimdi: Bulvar Caddesi'nde, Şahin Tepesi'nde geceyarısına kadar gezip oturabiliyorlar artık... Gece, kayıt kuyutla da olsa arabayla şehirden çıkabiliyorlar.
"Üstelik bu pazar Berçalan'a pikniğe gideceğiz" diyor.
Berçalan, cennet yaylası Hakkarilinin; 15 yıldır girilemeyen düş ülkesi... İlk kez bu yılki festivalde açılacaktı bu cennetin perdesi...
Şoförümüz Hakkari'ye dönünce öğrendi ki; Alay komutanı yasaklamış pikniği...
Maalesef bu pazar, ikinci Hakkari yendi birinciyi...
* * *
Yoksulluk kol geziyor şehirde... Dağda elektrik var, evde su yok; asfaltsız caddeler toz içinde...
Sinema filmsiz, hastane hekimsiz, okulda öğretmen fedakar, ama tecrübesiz... Sınıflar 40 kişi... 40'ı da hırçın öğrencilerin, 40'ı da öfkeli...
Bebe ölümlerinin, çığ felaketinin başkenti Hakkari...
Köprü kuramamış devlet, doktor, iş, aş verememiş, ama yazabilmiş Başkale girişinde bir dağa kocaman harflerle:
"Tek vatan, tek millet, tek dil" diye...
"Vatan" yoksul, "millet" sefil; ve cümle alem biliyor ki oralarda konuşulan "dil" tek değil.
Ama olsun!
Sürgünden döndü ya dilleri... Serbest artık teypte, perdede, sokakta... Belki duyulur yakında radyoda, ekranda, okulda...
Yarın Rojin söyleyecekti statta... Komutan demiş ki "Tek kelime Kürtçe duyarsam, durdururum konseri"...
İçişleri Bakanı uğraşıyor şimdi. Bakalım sağduyu mu kazanacak, öfke mi?
* * *
Dünya tatlısı bir oğlanla tanıştım. Hakkari Lisesi'ni yeni bitirmiş.
Geçen yıl o liseden sadece 3 kişi kazanabilmiş üniversiteyi, gerisi okeyde... Bizimkinin gözü ODTÜ ya da Boğaziçi'nde...
Mezuniyet töreni için önce okul müdürüne, sonra vilayete yazmışlar. Oradan Milli Eğitim'e, Tugay'a, Emniyet'e... Bir sürü sorgu sualden sonra "Yasak" demiş bir yetkili...
"Ölürüz vazgeçmeyiz" diye diretmiş çocuklar, "...bu bizim mezuniyet törenimiz". Ağlaya ağlaya koparmışlar izni...
Lakin balo gecesi aniden kesilivermiş salonun elektriği...
"Ama olsun" diyor bizim oğlan, "Biz de inat ettik; karanlıkta 2 saat halay çektik."
* * *
Belediye 7 aydır para ödeyemiyor işçisine... Bir de üstüne, SSK, borç karşılığı el koymuş banka hesaplarına... Boşaltılmış köyler, göçmüş aileler perişan. Şehre ambargo sürüyor. Çeşme başında toplanmış kaçak mazot tankerlerini gösterip "İşte bizim sanayi bölgemiz" diye gülümsüyor bir yetkili...
Ama olsun! Hiç olmazsa belediye HADEP'li... İlk kez kendi seçtiği bir başkanla yönetiliyor Hakkari...
Her şeye rağmen ışık ışık gençlerin gözleri; çiçek çiçek..
"Biter bir gün acılarım" diye türkü söylüyor Umut adlı çocuklar...
Dedim ya, iki Hakkari var:
Biri yılgın, biri diri. Ama filmin sonu belli:
Umut'un Hakkarisi, diğerini yenecek.
Er ya da geç; Berçalan'da barış yeşerecek.