Yaşlı patronunun metresi olmuş güzel sekreter... Onun sinema yönetmeni sevgilisi...
Patronunun yatağından çıkıp sevgilisine gidişi...
Patronun bu ilişkiyi öğrenip adamı takip ettirişi...
Sevgililer öpüşürken üzerlerine araba sürülmesi...
Tam kavuştukları anda kızın ölmesi, yönetmenin kör olması...
* * *
Böyle anlatınca bir Yeşilçam melodramından söz ettiğim sanılabilir. Oysa bu, Perdo Almodovar’ın “en iyi senaryo” dalında Oscar aldığı son filmi “Kırık Kucaklaşmalar”ın konusu...
İspanyol yönetmen, harikulade görüntüler ve yaş aldıkça kat be kat güzelleşen Penelope Cruz’la sunuyor öyküsünü...
Yeşilçam’ın yıllar yılı çiğnediği beylik kalıplardan ışıl ışıl bir insan hikâyesi çıkarıyor.
Aynı çamura bir Türk yönetmenle, İspanyol meslektaşının bu kadar farklı şekiller vermesinin nedeni ne ola ki?
* * *
Bulabildiğim yanıt, birey olmakla ilgili...
Yeşilçam karakterleri, sakat bir ahlak anlayışının kurbanlarıydılar.
Kendileri olamadılar pek; onlar, birer mesaj kaygısıydılar.
Yeşilçam popülerleştiğinde kadın da yeni yeni iş hayatına atılıyordu. Onu ofiste binbir tehlike bekliyordu. Patronu sarkacak, içkisine ilaç atacak, kendisini metres tutacaktı.
Öte yandan birini gerçekten sevse başı dertten kurtulmayacak, ya kendisi ya sevgilisi kör olacak, kör olmayan da eşek cennetini boylayacaktı.
Velhasıl onların da kırıktı kucaklaşmaları; ama senaryoları, kucaklaşmaya değil, kırıklığa vurgu yaptı.
80’lere kadar film karakterleri, sınırlarında ahlak zabıtasının beklediği bu hareket alanından çıkamadılar. Kendileri olup sığ değer yargılarına kafa tutamadılar.
80 sonrası çemberi parçalayanlar da ödedikleri ağır bedeller yüzünden mutsuz oldular.
* * *