Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

Mahsun Kırmızıgül’ün “Güneşi Gördüm” filminin finalinde, boynu bükük yolcularıyla tünele giren tren, bir dizi soru işareti bırakıyor geride:
“O tünelden çıkış var mı?”
“Geriye, köye dönüş mümkün mü?”
“Dönüş çözüm mü?”
* * *
Hiç kuşkusuz cesur bir film yapmış Kırmızıgül...
Türkiye’nin son 15 yılına, binlerce cana mal olan “büyük tufan”ı, yarattığı insani trajediyle perdeye taşımış.
“Kardeşlik türküsü”ndeki “Bir kardeş, kardeşi vuruyor, ne diye?” sorusunu bu kez sinemanın diliyle sormuş.

Köye dönüş mümkün mü

İçinde biriken her derdi, dizginlenemeyen bir iştahla bu filme sığdırmaya çabalamış:
PKK’yı, askeri, ikisi arasında sıkışmış halkı, töre baskısını, ataerkil düzeni, kadının durumunu, mayınlı tarlaları, boşaltılan köyleri, kente göçü, insan kaçakçılığını, cinsel kimlik sorununu, büyük şehri, Batı’yı, Batı’nın “altın kafes sendromu”nu...
Film, bütün bunlara değinirken sorunun taraflarına eşit mesafede duruyor, onları yargılamadan anlamaya çalışıyor; ki bence bu bile kendi başına önemsenmesi gereken bir çaba... Ama sonuçlarla ilgilenirken, nedenleri es geçiyor; mesela “örgüt”e girmiyor. Devletin kirli yüzünü sorgulamıyor. Sorunun adını koymuyor.
O yüzden de “Niye yaşanıyor bu tufan?” sorusunun cevabı boşlukta kalıyor.
* * *
Filmde insan taciri dışında kötü insan yok gibi...
Herkesin taraf tutmaya zorlandığı noktada Kırmızıgül, bu saflaşmada arada ezilen insanların yanında saf tutuyor.
Bunu da samimi bir sevgiyle, usta bir anlatım diliyle ve iyi çizilmiş karakterlerle yapıyor.
Onu Yılmaz Güney’le kıyaslamak ikisine de haksızlık bence... Ama filmde Güney etkisi kendini hissettiriyor:
“Sürü”deki gelinin hastalığından, acılar karşısındaki suskunluğundan, göç yolculuğundan izler var.
“Yol”un yolcularındaki çaresizlikten de...
Ama o kadar değil... Bu kolajın içinde Bekir Yıldız’ın “Demir Bebek”i de var; öyküdeki göçmen ailenin 6 yaşındaki kızının, kardeşini çamaşır makinesinde yıkama sahnesi unutulabilir mi?
“Güneşi Gördüm”ü izlerken Tunç Okan’ın “Otobüs”ündekilerin şaşkınlığını da hatırlıyor insan; Halit Refiğ’in İstanbul’a göçle dağılan “Gurbet Kuşları”nı da...
Mahsun geçen yarım asırdaki yaralarımızın yarattığı bu eserlerin duygusundan yeni bir söz çıkarmaya çalışıyor.
* * *
Filmin sonundan yazının başına dönelim:
“Köye dönüş” çare mi?
“Gurbet Kuşları”nda da, büyük şehirde dağılan aileden artakalanlar, Haydarpaşa’dan trene binip memleketleri Maraş’a dönerler.
Bir çözüm önerisiyse bu; bugün için gerçekçi de değil, mümkün de...
Ancak bunu bir çözüme dönüştürmek, devletin elinde...
Hele de krizin ve işsizliğin azdığı şu dönemde...
Silahlar susup kuyular, dağlar, mayınlar “temizlendikten” sonra, parçalanan arazileri birleştirip yeni bir teşvik sistemiyle bölgede öldürülmüş tarım ve hayvancılığı yeniden diriltmek, kentleri rahatlatırken kırı yeniden canlandırabilir.
Boşaltılan köylerin sakinleri de başı önde değil, başı dik dönebilir baba ocaklarına...
Tünelden çıkış için ihtiyacımız olan yaklaşım bu...
NOT: Dün Ayşe Karabat’ın Turkish Daily News’da yazdığını belirtmiştim: doğrusu “Today’s Zaman” olacaktı; düzeltir özür dilerim.