İran'ın devrik kraliçesi Farah Diba'nın intihar eden 31 yaşındaki kızı Leyla'ya yazdığı mektubu okudum.
"Benim güzel prensesim" diye başladığı son mektup, "Acımasız bir kaderin çocuğu Leyla'ya" ithaf edilmişti.
Diba, mektuba kızının onu bıraktığı yerden, yani intihar haberini alışından başlıyor, sonra geriye doğru gidip, Tahran'da 4 çocuğun en küçüğü olmanın fütursuzluğuyla babasının ofisine dalışını anımsıyordu.
Ardından İran'da esen devrim rüzgarı Şah Rıza Pehlevi'yle ailesini Amerika'ya savurmuştu. Leyla 9 yaşında sürgünü, 10'unda babasızlığı tatmıştı. Yapayalnızdı. Hangi ülkeye ait olduğunu çözememişti bir türlü... Zirveden zemine düşmüştü.
"Hem çok kırılgan, hem çok güçlü"ydü. Ancak gücü, kırılganlığını taşımayıverdi bir gün...
Londra'da Leonard Oteli'nin suitinde ölü bulundu.
Diba, mektubunu bir itirafla noktalıyordu:
"Gökyüzüne bakıp 'Neden' diye sormaya cesaret edemiyorum".
* * *
Bir anne için, kızına hiç okuyamayacağı bir mektup yazıp veda etmekten daha büyük bir keder düşünülebilir mi?
Ne yazık ki, daha beterleri var tarihte...
Belçikalı ünlü romancı
Georges Simenon, yazdığı 500'e yakın romandan edindiği servetle Lozan'daki muhteşem şatosunda yaşarken tatmıştı evlat intiharının zehirini...
O da eşi ve 4 çocuğu tarafından terk edildikten sonra yalnızlığa sığınmıştı. Bir gün telefonu çaldı. Arayan en sevdiği kızıydı:
"- Baba bak sana ne dinleteceğim" dedi.
Telefonda bir silah sesi yankılandı.
Kızı hattın diğer ucunda intihar etmişti.
Hayatta her şeyi vardı; lakin tutkuyla bağlı olduğu babası yoktu. O da seçtiği finali babasıyla paylaşarak çıkarmıştı bu yokluğun acısını...
Simenon gök yüzüne bakıp
"Neden" diye sormadı. Cevabı biliyordu.
Kızının küllerini bahçesindeki bir ağaca serptirdi. Öldükten sonra kendi küllerinin de aynı yere serpilmesini vasiyet etti.
Baba - kızın yaşayamadığı birlikteliği, yaşlı bir ağacın dibinde karışan külleri yaşadı.
* * *
Marilyn Monroe biyografileri, onun da 36 yaşında hayata veda etmeden önce babasını aradığını yazar.
Evlilik dışı bir ilişkiden doğan ve babasını hiç görmeden büyüyen
MM, Başkan Kennedy'nin yaş gününde şarkı söylediği o ünlü 1962 yazında evine kapanmış ve huzuru Nembutal haplarında arar olmuştu. Kalabalıklardan süzülüp yapayalnız kaldığı o son yazında en başa, hayat macerasının başladığı yere dönmek istedi ve hiç görmediği babasını aradı:
"- Baba benim, Norma Jean" dedi umutla...
Şöhret olmadan kullandığı isim, telefonun karşı ucundaki adama bir şey ifade etmemişti. Şöhretli olan adını kullandı.
"- Filmlerini gördüm" dedi karşıdaki adam...
"- O benim sahte adım. Ben Norma Jean'im... senin kızın" diye çırpındı telefonda...
Adam öyle birini tanımadığını söyleyerek kapattı telefonu...
Marilyn saatlerce
"Ben Norma'yım baba" diye ağladı. Artık çok geçti.
Norma'nın öldüğünü anlamıştı. Şimdi yapılacak tek şey
Marilyn'i de öldürmekti.
O da öyle yaptı.
5 Ağustos günü odasında ölü bulundu.
* * *
Madem hüzne daldık, bu hazin yazıyı
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın, intihar eden oğlunun yasını tutan dizeleriyle tamamlayalım:
"Her intihar başlı başına bir şiirdir
Galata Kulesi'nden İstanbul'a süzülmek
Bambaşka bir şiir.
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak,
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu.
Bir adam düştü Galata Kulesi'nden
O adam.
Benim oğlumdu".