Erdal İnönü, Kürt sorunu üzerine de şunları söylemişti: “Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Kürtler-Türkler ayrı etnik farklılıkları ortaya çıkarıp ‘ikisi beraber devlet kurdular’ gibi bir yaklaşımda olmamışlar. Kurtuluş Savaşı’nda Türkler öncülük etmiş, Kürtler de katılmış. Katılmayanlar, isyan etmek isteyenler olmuş, onlara imkân verilmemiş. Ve cumhuriyet kurulmuş. Oradan gelen üniter bir yapı var. Bence bunu koruyarak da Kürt kültürünü yaşatmak mümkündür.
Şehirlerde Kürt kökenli vatandaşlar rahat bir şekilde yaşıyorlar. Ama ‘Biz kendi dilimizle, kendi kültürümüzle ayrı devlet olalım’ diyen Kürt cumhuriyetçileri de çıkabilir, çıkıyor.
12 Eylül’ün yasağı
Özellikle militan gençlerde böyle bir eğilim olduğunu seziyordum. Onu da normal görüyordum. Çünkü 12 Eylül’de Milli Güvenlik Konseyi, saçma bir yasa çıkararak Kürtçe konuşmayı yasaklamıştı. İnsanların konuşmasını nasıl engelleyeceksin? Oysa cumhuriyetin ilk dönemlerinde kimsenin Kürtçe konuşması yasak değildi. Bunu yasakladığınız zaman ‘Demek ki bizi birinci sınıf vatandaş görmüyorlar, bizi aşağı görüyorlar. Öyleyse biz ayrı yaşayalım ve birinci sınıf olalım’ isteği daha kolaylıkla ortaya çıkıyor.
Ben buna karşı olduğumu söylüyordum: ‘Biz beraber yaşayacağız. Kurtuluş Savaşı bunun başlangıcıdır; o yolda devam edelim. Babalarımız bunu yaptı, biz daha iyi yaparız’ diyordum. Ve buna karşı çıkmıyorlardı.
Kürt sorunu var
Kürt kökenli vatandaşlarımızın ağırlıkla Güneydoğu’da yaşamasından kaynaklanan bir sorun olduğuna şüphe yok. Hâlâ da çözülmüş değilÖ Farklılıkları koruyarak beraber yaşamak kolay bir şey değil... Ama ‘Kürt sorunu’ dediğiniz zaman, sanki sadece Kürt oldukları için bu sorun çıkıyor havası doğuyor. Oysa orada başka kökenli insanlar da var ve bölgede herkesin paylaştığı, tarihten gelen bir sorun var. Onu dikkatli ve duyarlı bir şekilde çözmek lazım.
DİN SORUNU
Dindar mıyım, bilmiyorum
“Annem dini bütün bir kadındı; hep namaz kılardı, Kur’an okurdu, oradan güç alırdı hiç kuşkusuz...
Ben öyle bir şey yapmıyorum.
Dindar mıyım? Bilmiyorum. Arada namazlara gidiyorum. Onun dışında gece uyumadan evvel, küçükken annemin bize öğrettiği duaları okuyorum. Ama tabii bunlar ezbere yapılan şeylerÖ Türkçe okusak, o zaman duygular daha anlamlı olur. Umarım bir gün Türkçe yaparız duaları... Onun dışında dinle ilgim yok.
Dinde reform lazım
Aslında zaman zaman aklımdan geçmiyor değil, bu işle iyice ilgilenip laiklik konusundaki teorik meseleyi çözecek bir yaklaşımı ortaya atmak; ama onun için bayağı uğraşmak ve dine iyice girmek lazım.
Gençliğimde dini öyle ciddiye almadım. Onun için bundan sonra da yapamam. Oysa toplum açısından dini ciddiye almak gerekir; onu şimdi görüyorum. Gençken ‘Tamam din var, ama biz başka bir şey yapacağız’ diyordum. Siyasete girince toplumu etkileyen bir güç olarak dinin nedenini anlıyorsunuz. ‘Din daha iyi uygulansa’ diye aklınızdan geçiyor, ama onu yapacak zamanınız kalmıyor artık...
Dinde bir çeşit reform, bir yorum getirmek lazım. Ama bütün bir hayat isteyen bir iştir o... Pek çok kimse hemen karşı çıkar, insanları öldürmeye kalkarlar. Onları göğüsleyecek zaman ve enerji gerekir. Onu başkası yapabilir.
Atatürk’ten beri fiilen reform yapılmış, ama bunun teorisi yapılmamış. Teorisini yapmadan, eylemli olarak yapmak, yani yönetim üzerinde caminin egemenliğini kırmak, ama dini ortadan kaldırmamak, Kuran’ı Kerim’e yorum getirmemek... Bu yeterli değil; sürekli irtica tehdidi oradan geliyor. Çünkü Kur’an’ın kendisi yönetime de karışıyor. Dolayısıyla siz istediğiniz kadar ‘Karışmayın’ deyin, inanan birisi ‘Kitap öyle demiyor’ diyor. Ona bir yorum getirinceye ve o yorumu kabul ettirinceye kadar o tehlike her zaman olacaktır.
Camide olmamak...
Seçim dönemi Özal, dinci hisleri okşayan davranışlarda bulunuyordu. Mesela sık sık camiye gidip gösterişli bir şekilde namaz kılıyordu. Bizse bir mitingde konuşurken camiden ezan okununca konuşmayı kesiyorduk. Böylece dine saygılı olduğumuzu gösteriyorduk. Ama bu, dinleyenler üzerinde o kadar inandırıcı olmuyordu. Çünkü ‘Dine saygılıysanız gidin namaz kılın’ diye içlerinden geçiyordu herhalde... Biz ‘Dine saygılıyız, ama devlet işlerine karıştırmayız’ demeye devam ediyorduk ve bence bu, aleyhimizde bir konu oluyordu seçmen nezdinde... Özal da, DYP de bunu çok iyi istismar ediyordu. Tabii onlar camide namaz kılıp ondan sonra meydana çıkıyorlardı. Ezan okunurken mitingde değil camide oluyorlardı.
Bizse, geçmişten kalan bir yaklaşım olarak toplu olarak gitmiyorduk; gösteri halinde yapmıyorduk.
Bizim onu yapmamamız bir eksiklik, ama tabii dikkatli yapmamız lazım; istismar haline getirmemeli...“
SİVAS KATLİAMI
Aleviler beni affetmedi
“Sivas’ta bir ihmal var, ama nereden kaynaklandığını anlayamadım. ‘Orada yeterince güçlü bir komutan ya da vali olsaydı müdahale edip durdururdu’ diye düşünüyorum, ama öyle olmadı anlaşılanÖ
Oradaki yerel yönetim, zaaf gösterdi. Hükümet de acemilik etti. Belki oradakilerle daha sıkı temas etseydi, İçişleri Bakanı Vali’ye ‘Ne yap yap, durdur’ deseydi, daha farklı olabilirdi.
O bakımdan hükümetin ortak sorumluluğu var. Ben de hükümetteydim, benim de sorumluluğum var. Gerçi ben uzaktaydım, bir şey yapmak için en zor durumdaydım, ama sonuçta hükümetteydik hep beraber. Demek ki tahmin edemedik böyle birşey olacağını. Zamanında müdahale edemedik. Oradaki durumu engelleyememek, birtakım masum insanların ölümüne sebep oldu; acıklı olan o... Onu affetmedi bizim partililerimiz... Ne zaman bir toplantıya gitsem ‘Sivas’ta katliamı niye durdurmadınız’ diye suçluyorlar. Ben anlatıyorum baştan sona kadarÖ Birşey söylemiyorlar, ama benim gerekeni yapmadığım, hata ettiğim şeklinde bir izlenim hep devam ediyor. Çünkü kendi canları yandı. Sivas’ta zulüm görenler beni seven, sosyal demokrat insanlardı. Bir kısmı Alevi idi. Tabi Aleviler, onları seven birisi Başbakan Yardımcısı iken kendilerine hiçbir kötülük gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Onları seven birisi iktidardayken bu iş nasıl oldu, onu bir türlü anlayamıyorlardı. O yüzden de bu talihsiz sonuçtan dolayı beni affetmediler. ‘Senin bizi koruman gerekirdi, niye korumadın’ dediler hep...“
SON SÖZ
Bana verilen görevleri yaptım
“Küçükken babam bir konuşmada bana ‘Sonuna kadar görevimi yapacağım’ dedirtmişti. Ben de o zaman bunu bir hitabet sözü diye algılamıştım. Halbuki doğruymuş söylediği; bu söylediği bizim içimize işlemiş: Okulda başladık. Ondan sonra siyasete çağırdılar gittim, görev yaptım, üniversitelerde görevler yaptım. İnsan bir dönem bir görev yaparsa, başka bir görev veriyorlar.
Bilimle uğraşmaktan zevk aldım. Yazmaktan da zevk aldım. Belki uğraştığım işlerin hiçbirinde büyük birşey yapmadım, ama hepsinde azar azar bir şeyler yaptım. Öyle olunca insan hiçbir yerde sivrilmiyor. Birçok yerde iz bırakıyor, ama hiçbirinde çok büyük bir şey yapmamış oluyor.
Pişman olduğum bir şey yok. Ama hayatım baştan yazılsa, bana kalsa sadece bilimle ve yazmakla uğraşırdım.”
BİTTİ