Her resim, her film, her nesne bir utancı haykırıyor gibiydi.Sanki müze duvarlarından Alman halkının "Biz bu vahşeti yaptık, insanlıktan özür diliyoruz" sesi yükseliyordu.Ancak bu itirafla acısını hafifletiyordu. Almanya, mazisini gömmeyi değil, onunla yüzleşmeyi seçmişti.Müze, bu yüzleşmenin adresiydi.* * *İnsanlar vardır; geçmişindeki günahları, kavgaları konuşmazsa unutulur sanır.Derin bir sessizliğin perdesi ardına gizler onları; üstüne suskunluğun merhemini sürer.Oysa yara derindedir ve sustukça büyümektedir.Çözüm, önce kendiyle, sonra kurbanlarıyla hesaplaşmaktır.Toplumlar da öyledir.Şimdi sevimsiz çağrışımlarla kebapçıya dönüştürülen Madımak Oteli, önerildiği gibi müze olursa Türkiye, hafızasını yitirmiş bir kazazedenin kendine gelmesi gibi hatırlamaya başlayacaktır mazisini...Kindar bir hesaplaşmaya soyunmak için değil asla...Tersine tarihin bu cinnet anından ibret almak ve onu bir daha yaşamamak için...Müze, herkesin susarak ortak olduğu bir katliamı gözler önüne serecek ve hepimizi o acıların dersine sokacaktır.Vahşetin tekrarını, yargı kararlarından çok bu vicdan dersi engelleyecektir.* * *Madımak Müzesi, kışkırtıldığı zaman o güzelim Türkiye'nin nasıl bir canavara dönüşebildiğini belgeleyebilmelidir.Müzenin girişinde Aziz Nesin'in Salman Rüşdi tercümeleri ve ona öfkelenen fanatiklerin "Gün küfrün hesabını sorma günüdür" başlıklı bildirisi ve Hakikat gazetesi olmalıdır.Katliam öncesi yerlerde sürüklenip parçalanan Ozanlar Anıtı'nın parçaları ortaya konmalıdır.Asım Bezirci'nin son imzaladığı kitap durmalıdır bir camekân içinde... Uğur Kaynar'ın o cehennemden her nasılsa kurtulmuş askılı deri çantası ile içinden çıkanlar sergilenmelidir başköşede:Bir ehliyet... bir paket Bafra... kibrit... eşine hediye aldığı işlemeli cüzdan ve ölmeden önce üzerine son şiirini karaladığı kâğıt peçete:"Öldüğümde / doğduğum yere gidiyorum / Yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işte böyle yeniyorum."* * *Belediye Başkanı'nın "Gazanız mübarek olsun" diyen sesi yankılanmalıdır bir hoparlörden... Otel kapısında deliye dönmüş kitlenin "Asker Bosna'ya" sloganıyla geri çekilen ve oteldekileri kaderine terk eden askerlerin süngüleri durmalıdır bir köşede; ibret olsun diye...Madımak'a ilk kibriti çalanın "Allah'ım senin ateşin bu" haykırışı duyulmalıdır; kıyamet görüntüleri arasında...İçerde elde sopa bekleyenlerin cesur, naçar, mahzun resimleri asılmalıdır duvarlara...Mahsur kalanları kurtarmaya gelmişken Aziz Nesin'i görüp "Esas öldürülecek hayvan burada" diye haykırarak onu linççilere fırlatan itfaiye erinin kazması da olmalıdır bir yerlerde...Morgda yan yana yatan cesetlerin fotoğrafları üzerine Metin Altıok'un yangın dumanıyla islenmiş gözlüğü ve dizeleri konmalıdır:"Üzülme Altıok Metin / Hüzünlerle geçen tarazlanmış ömrüne... /Sen yoğun sis içinde sesi duyulan / uzak çandın bir zaman..."* * *Belki o zaman hafifler yaramızın sızısı...Gezdikçe ibret olur, mazimizdeki cinnet; ağlar, ferahlarız. Dinmese de kayıpların acısı, bir daha acı çekmemek için Madımak müzesine çocuklarımızı derse yollarız. can.dundar@e-kolay.net Nürnberg'deki soykırım müzesinde, bir itirafhaneyi gezdiğim hissine kapılmıştım.