En umutsuz anlarımda yaralarımla kütüphaneme sığınırım ben... Üst raflarda unutulmuş eski bir kitap, beyaz bir güvercin uysallığıyla kanat çırparak iner ellerime; ak bir sayfa tüy gibi açılır ve bazen tek bir cümle, koluma girip umman ötesine götürür beni...
İşte böyle bir cümleyi zihnimde tavaf edip geziyorum günlerdir...
Cümlem pek iddiasız aslında:
"Öğle sonu güneşinde zaman uykuya dalmıştı".
Bu kısacık cümlede saklı huzur, nicedir gölgesine hapsolduğumuz karamsarlık bulutunu dağıtmaya yetiyor. Yılgınlık semalarımızda kol gezerken belki faydası olur diye bu cümlenin öyküsünü anlatmak istiyorum size:
* * *
McCarthizmin kararttığı 1950'ler Amerika'sında Ray Bradbury ünlü romanı "Fahrenheit 451"i yazdı ve insanlığı bekleyen felaketi anlattı.
Gelecekte hayatın temposu öyle hızlanacaktı ki, kimsenin okumaya, düşünmeye vakti kalmayacaktı. Televizyonla yoz ve hoşgörüsüz bir kültür yaygınlaşacak, eğitim süresi kısalacak, felsefe, tarih, dil dersleri bırakılacak, edebiyat klasikleri meraklısı için haplaştırılacaktı. İnsanların mutsuz olmaması için haberlerde hükümetin beceriksizlikleri verilmeyecek, yaşanan sorunların birbirine bağlı olduğunu, farklı çözüm yollarının bulunduğunu söyleyen sosyologlara itibar edilmeyecek, böyle tartışmalar yerine büyük spor gösterileri ve eğlenceli yarışmalar düzenlenecekti.
Kitaba düşmanlık arttıkça "kötü" düşüncelere dalmış yazarlar daktilolarını kapatacak, tiyatrolar boşalacak, soytarılar öne çıkacaktı. İnsanlar anlayamadıkları şeylerden korkacak, "entel" sözcüğü hakaret olarak kullanılmaya başlanacaktı.
* * *
Roman, bu sefil toplumdaki itfaiye eri Montag'ın öyküsünü anlatıyordu.
İtfaiyenin görevi, kitap gizlediği ihbar edilen evleri yakmaktır.
Montag işine bağlı biridir; ancak bir görevde bütün hayatı değişir. İhbar üzerine bir kadının evini basarlar. Montag kütüphaneyi devirip yakmaya hazırlanırken bir kitap, kanat çırparak ellerine iner. Titreyen belli belirsiz ışıkta ak bir sayfa tüy gibi açılır. Montag o telaş içinde tek bir satır okuyabilir:
"Öğle sonu güneşinde zaman uykuya dalmıştı".
Bu satır, kızgın çelikle dağlanmış gibi yanar beyninde... Kitabı korkuyla göğsüne saklar.
Ev sahibi kadın, kitaplarıyla birlikte yanmayı tercih eder ve gazyağına kibriti kendi çalar. Evine dönen Montag olayı karısına şöyle anlatır:
"Bu kadının evle birlikte yanmayı göze alması için bu kitaplarda bir şey olmalı; bizim hayal edemediğimiz bir şey..."
Montaf, bütün gece aklında o yangını söndürmeye çalışır.
* * *
Sonra eşi ihbar eder "kitap okuyan" Montag'ı...
O da kaçar ve direniş örgütüne katılır. Örgüt, ormandaki ırmağın kıyısında eski bir demiryolu istasyonunda gizlenmektedir. Yazarlar, bilginler, kitapların yok edilmesine karşı direnişe geçmişlerdir. Buldukları yöntem muhteşemdir.
Her bir örgüt üyesi, insanlık tarihinin önemli bir eserini ezberler. Örgüt, hangi kitabın kimin hafızasında olduğunu bilir ve baskı dönemi bitinceye kadar unutulmaması için bu "kitap - adamlar"ı korur.
Her adam bir kitaptır artık; her kitap bir adamdadır.
Baskının en yoğunlaştığı dönemde bile insanoğlunun direniş gücü, yazının mirasını korumaya yeter.
* * *
Bugün de hararetin yükseldiğini gösteriyor termometremiz...
Umutsuzluk, sari bir hastalık kadar yaygın... Deva, meçhul...
Dertlerimizin birbirinden bağımsız ve çözümsüz olmadığını göremeyecek kadar körleştirildik.
Gözbağlarımızı kaldıracak olanlar, yazılarıyla ateşe atıldılar çünkü...
Zihnimizdeki yangın kavurdu istikbalimizi...
Bu haris yangında benim demiryolu istasyonum dört çizgi arasına sıkışmış bu "ada" artık...
Unutturulmak istenen gerçeği korumak için kitapları göğsümüzde, aklımızda saklayarak yakılası yazılar yazacağız bazen...
Yarışma stüdyolarının, stadyumların uğultusu içinde tuşlayacağız satırları.
Tagore'un dediği gibi "sevincin kapaklarını acıların anahtarıyla açacağız".
Açılan kapıdan, "öğle sonu güneşinde zamanın uykuya daldığı" bir saadet ülkesi gülümseyecek bize...
Merhaba hepinize...!