Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Nâzım Hikmet’in eşi Vera anlatmıştı: 1962’de Kahire’de Asya-Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne gidiyorlar. Türkiye’yi temsil eden Nâzım, Kongre Başkanlığı’na aday...
Çin delegesi çıkıyor:
“Nâzım Hikmet Türkiye’yi temsil edemez, çünkü Türk pasaportu yok. Cebindeki, Sovyet pasaportu” diyor.
Nâzım kalkıp kürsüye geliyor ve diyor ki:
“Benim, Türkiye’mi temsil etme hakkım var. Halkının dilinde yazan şair, kendi ülkesini temsil edebilir.”
Ve başkan seçiliyor.
* * *
Öyledir.
Şairin, yazarın anavatanı, dilidir.
O, Türkçe ülkesindendir.
Şiirleri dilden dile, elden ele gezdikçe, hiçbir Bakanlar Kurulu kararı onu o ülkeden kovamaz, yurttaşlıktan çıkaramaz.
Asıl büyük ceza, unutulmaktır.
* * *
Nâzım’ı 107. yaş gününde anıyoruz.
Geçen hafta ona yurttaşlığını iade etti hükümet...
Nâzım’a bir şey katmaz, ama Türkiye için sevindim ben...
Bir ayıptan kurtulmuş olduk.
Yine de buruk bir sevinç bu...
Neden buruk?
Sol iktidarlardan beklediğimiz adımı AKP attığı için değil. Kim atarsa başım üstüne...
Sorun şu:
“Nâzım’a yurttaşlık”, eksik bir adım...
* * *
İyi biliyoruz ki, Sovyetler çökmese, sosyalizm bir tehdit olmaya devam etseydi Nâzım üzerindeki ambargo sürecekti.
Bunu nereden anlıyoruz?
O dönem Nâzım’a reva görülenlerin, bugün tehdit sayılan başka fikir sahiplerine uygulanıyor olmasından...
İşte Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” kitabı...
Kitap geçen yıl çıktığında “halkın dinsel değerlerini alenen aşağılama” suçlamasıyla soruşturma konusu olmuştu. Gürsel savcılığa gitti, ifade verdi:
“Kitabın böyle bir amacı olamayacağını, kendisinin inançlara saygılı olduğunu” söyledi; “Ama teokratik bir toplumda yaşamıyorsak dine eleştirel bir bakış yöneltmek en doğal hakkımızdır” dedi.
Savcılık takipsizlik kararı verdi. Dosya kapandı.
Şimdi öğreniyoruz ki, takipsizlik kararı alan kitap hakkında, ikinci kez, mahkûmiyet talebiyle dava açılmış.
* * *
Devlet Kürtçe TV yayına başlıyor, bizler Ahmet Kaya’yı ölüme sürükleyen Kürtçe klibi yayımlıyoruz. Sevindirici gelişmeler...
Ama aynı günlerde bir başka Kürt sanatçı Ferhat Tunç, İstanbul’un orta yerinde kimlik kontrolünde, eline İstanbul polisince kelepçe vurularak götürülüyor; karakolda tartaklanıyor.
Bir yandan da Kürtçe şarkı söylediği için yargılanıyor.
Devlet söylerse mubah; Ferhat söylerse yasak.
* * *
Cumhurbaşkanı, bir futbol maçı vesilesiyle cesur bir Ermeni açılımı yapıyor; komşuyla barış umutları canlanıyor.
Ama ardından, “özür kampanyası”na imza atan aydınlar hakkında soruşturma açıldığı haberi geliyor.
Ergenekon davası büyük hızla ilerliyor; ama aynı çevikliği, şevki, Hrant Dink davasında göremiyoruz.
Anlaşılan o ki devlet, “Sınırlarını benim çizdiğim özgürlük havuzunda oynayın. Oradan çıkanı yakarım” demek istiyor.
Buna özgürlük denemez.
Nâzım’a yapılacak asıl jest, ona yurttaşlığını iade etmek değil, bütün sanat eserlerine ve her tür düşünceye özgürlük vermek, kendisine yaşatılanı bugünkülere de yaşatmamak olurdu.