“Eski bayramlar” nostaljisinde artık kokulu mendiller, tavşana çektirilen niyetler yok. 70’lerin şarkıları, 90’ların starları, radyo günleri var
Geçen bayram çook uzun süredir görmediğimiz dostları gördük, seslerini duyduk.
Bayramlaşmada değil, perdede, ekranda...
Eski bir müzik kutusu, yepyeni bir zaman makinesine dönüşmüş gibi hepimizi alıp “bayram” denilen yitik ülkeye götürdü.
Onun sahillerinde, gençliğimizin ayak izlerini bulduk.
Efkarın anlattığı
Galiba kapıyı açan Çağan Irmak oldu.
Bizi “Issız Adam”a buyur etti ve nicedir ıssızlığa terk ettiğimiz eski adamızdan sesler dinletti.
Hafızamızdaki bir dip çekmeceyi çeken uzak bir ses, “Bana yalan söylediler / kaderden bahsetmediler”
diye yakınıyordu:
“Hani benim sevdiklerim / hani gönül verdiklerim” diye hasret çekiyordu.
Arkada bıraktığımız bir çift göz, “Dilerim ki, mutlu ol sevgilim / ben olmasam da hayat gülsün sana” diye ağlıyor, bir yandan da “Acılar geçer zamanla” diye saçımızı okşuyordu.
Sanki uzun yoldan gelmiş tatlı bir efkar, oturmuş bize eski bizi anlatıyordu.
90’lar partisiSonra o sesler, tatil ekranında ete kemiğe büründü, yüzlere dönüştü.
Okan Bayülgen’in “Disko Kralı”nda “90’lar partisi” vardı. Hakan Peker’li, Yonca Evcimik’li, Burak Kut’lu, Harun Kolçak’lı parti 5 saat sürdü ve sabaha karşı Ah Canım Ahmet gibi yeni isimlerin de katılmasıyla hepten renklendi.
Arşivde dinlendirilmiş neşe, (Okan tarafından) iyice dövülmüş nostaljiyle çalkalandı, içine iki tutam hüzün karıştırılıp izleyiciye sunuldu.
Kimimizin gençliği, kimimizin çocukluğuydu 90’lar...
Kimine göre “Bugünkü rezaletin miladı” idi; kimine göre “Yine de bugünden iyi”ydi.
Barbaros Hayrettin, görünümüyle namütenasip bir üslupla “Ben sizin babanızım / Ben ne dersem o olur” derken bize siyasetin eski “Baba”larını hatırlatıyor, stüdyoda onu hayretle süzen yeni yetmelere ise “Bunun nesini sevmişler” dedirtiyordu.
Videoda “Macarena” vardı;
“Ham Çökelek” söyleyen Atilla Taş, göbekten zeytin yiyen Serdar Ortaç, “Saklambaç” yarışmasının perdesi ardındaki Harun Kolçak, programını bir kayak pistinin lifti üzerinden açan Sadettin Teksoy, canlı yayında olduğunu fark etmeden çişinin geldiğini açıklayan yeni yetme Tarkan... Hülya Avşar’ın açılış jeneriğinde sallanan kalçaları, Barış Manço’nun “Adam Olacak Çocuk”ları...
“Ölüm bizden uzak olsun”Ekrana yansıyan isimlerin bir kısmı hayırla anıldı, bir kısmının izi arandı.
Uzun sürmüş bir travmadan çıkış yıllarımızdı 90’lar...
Oya-Bora’nın “Biz dünyayı çok
sevdik / ölüm bizden uzak olsun” diyerek tarihimizin kanlı bir periyoduna son verdikleri dönemdi.
“Issız Adam” şarkılarına göre
pek yakın...
Şu anki ruh halimize göre çok uzak bir dönem...
Bizi büyüten şarkılarOkan Bayülgen 90’ları andı, ama bayramda NTV daha gerilere gitti.
Yekta Kopan güzelim “Gece Gündüz”ünde Hakan Eren’le birlikte müzik tarihimizin 45’likler arşivine dalıp ilk aşklarımızın şarkılarını çıkardı dipten...
Sadece şarkıları değil; onların şarkıcılarını da...
“Biz sizin şarkılarınızla büyüdük” diyeceğimiz seslerdi hepsi...
Neredeyse 30 yıl olmuştu bazılarını görmeyeli...
İnsan, birini yıldan yıla gördüğünde değişimi fark etmiyor. Aradan ne kadar zaman geçtiğini de algılayamıyor tam...
Ama 30 yıllık bir aranın ardından karşılaşınca birden derinleşmiş yüz çizgilerinin boşluğuna düşüyor.
Geçen zaman, dökülmüş saçlarda, artmış kilolarda, yorgun bakışlarda “Nasıl yendim sizi” diye böbürleniyor.
Biz onları hep en son gördüğümüz halleriyle hatırladığımızdan, hafızadaki eski kayıtla, gözdeki yeni kayıt arasındaki fark, “Nasıl olur” dedirtiyor.
Daha enteresanı, insan zihninin, geçen 30 seneyi sadece onlar yaşamış, sadece onlar yaşlanmış gibi görmeye yatkın olması...
İnsan kendisiyle her gün aynada yüzyüze olduğundan kendi değişimini fark etmiyor. Ama uzun süre görmediği yaşıtlarıyla karşılaşınca veya ne bileyim Komiser Kolombo’nun şimdi 81 yaşında bir Alzheimer hastası olduğunu ya da Tatlı Cadı’nın, “Kaçak” Richard Kimble’ın çoktan öldüğünü öğrenince farkına varıyor geçen yılların...
Renklenen yüzler“Gece Gündüz” de öyleydi.
60’ların, 70’lerin yıldızları unutulmaz şarkılarıyla konuktu.
Hey dergisi sayfalarından, Eurovision elemelerinden, Altın Mikrofon yarışmalarından, 45’lik, 33’lük kapaklarından tanıdığımız, o günden beri siyah-beyaz bir meçhulde yaşadıklarını sandığımız yüzler birden renklendiler; eski sesleri, yeni görünümleriyle sahneye geldiler.
Gökben “Aşk Dediğin Laftır”ı, İskender Doğan “Kan ve Gül”ü söyledi.
Rana-Selçuk Alagöz ikilisi, “Ateş de bacayı sarmış”la sahne aldı.
Funda “Affetmem”, Asu Maralman “Bal gibi olur” dedi.
Lale Belkıs “Doğduğum Ev”den bahsetti.
Banu, “Bu hayat böyledir
dostum / yaşanan gün mazi olur / en değerli hatıralar, unutulur, unutulur” diyerek hafızanın nankörlüğünü haber verdi.
Güzin ile Baha eski neşeleriyle birbirlerini kovalayarak ve 33 yıl önceki gibi işaret parmaklarıyla
“gel gel” yaparak “Gençlik başımda duman / ilk aşkım ilk heyecan / kovaladıkça kaçan, ateş böceğim misin” diye sordu.
Daha ilk notadan anımsadık yıllardır söylemediğimiz şarkıları; yıllardır söylüyormuşçasına çocuksu bir coşkuyla katıldık.
Kalıbına uymayan seslerOnlar sahnede eski şarkılarına playback yaparken Yekta, harika bir yayıncılıkla ama bazen üzücü olabilen bir arşivcilikle- stüdyodaki yıldızların eski görüntülerini de ekrana verdi.
Sahnedekilerin bazıları zamana “Asıl ben seni yendim” der gibiydi.
Bazılarıysa artık o sesin insanı değildi.
Görüntüleri, seslerinin tekzibiydi.
Radyo günleriBiz eski biz miydik sanki?
Eski fotoğraflarımızla
yanyana durduğumuzda tanınacak halde miydik?
İskender Doğan’ı ilk kez Ankara’da bir Cem Karaca konseri öncesinde dinlediğim günü hatırladım.
Ali Rıza Binboğa’nın “Özgürlük ve barış tüm insanların / özlemi olacak yarınlarda” diye sol eliyle gökyüzünü avuçladığı
1975 Eurovision’unu...
“Yarınlar bizim” umudunun yıllarını...
14 yaşımı...
Ali Kırca’nın da nostaljiye ayırdığı “Siyaset Meydanı”nda Orhan Boran ile Halit Kıvanç’a eşsiz bir lezzetle anlattırdığı unutulmaz “radyo günleri”ni...
Yuki’yi...
Zeki Müren’in “Gözünüz bende, kulağınız yolda olsun sevgili şoför kardeşlerim” diyen kibar sesini...
Türk filmlerindeki şarkılara yıllarca yüzünü göstermeden sesini veren Belkıs Özener’in “Aşkın bahardı / ümitler vardı” diye tarif ettiği ümitvar seneleri...
Zaman geçti; kimimiz 45’lik, kimimiz 78’lik olduk, ama o 45’likleri, 78’likleri hiç unutmadık.
Sevdik, sakladık, söyledik.
Sesimiz, bedenimizden geç yaşlandığı için mi?
Kimimize mazi, bugünden daha güzel göründüğü için mi?