27 MAYIS YORUMU:
Olmasa daha iyi olurdu
“Ankara’ya 27 Mayıs’tan hemen sonra geldim. Hava normale dönmüştü. Ama babam memnun değildi durumdan... Demokrasinin kesintiye uğramasına üzülmüştü. O kadar uğraşarak, muhalefetin bütün sıkıntılarını göğüsleyerek seçime hazırlanırken, böyle bir şey olması aslında onun için bir şoktu. Bugün ben de babam gibi düşünüyorum. Biraz dayanılsaydı herhalde daha iyi olurdu. Demokrasi yolunda çok zorluklardan geçiliyor; o yolu bırakmamak lazım. Bıraktığın zaman baştan başlıyorsun çünkü... O bakımdan, olmasaydı daha iyi olurdu; ben de o fikirdeyim. Baskılar, sıkıntılar oluyor ama o çerçeveyi bozmamak lazım. Eninde sonunda o baskılar geçiyor ve halkın iradesiyle daha iyi noktalara geliniyor; ama kesinti yaptığınız zaman baştan başlıyorsunuz. Zaman kaybetmekten başka bir şey değil.”
DENİZ GEZMİŞ’LE TANIŞMA:
Telefonu açtım, karşımdaki ‘Ben Deniz Gezmiş’im’ dedi
“ODTÜ’de rektör olduğum dönem ‘Deniz Gezmiş bizim üniversiteye geliyor, yurtlarda kalıyor’ diye rivayet çıktı. Ben Öğrenci Birliği Başkanı’na soruyordum, ‘Yok öyle bir şey. Burası üniversite, herkes gelir gider ama burada kalması söz konusu değil‘ diyordu.
Halbuki gelip gidiyormuş. Kaldığı da söylendi.
Ben kendisiyle Deniz Gezmiş olarak hiç görüşmedim. Fakat şöyle bir olay oldu:
O günlerde, bizim üniversitenin garajlar kısmında otomobillere bakan arkadaşım İdari Müdür’e telefon etti.
‘Buraya bir öğrenci geldi, bizi tehdit ediyor’ dedi.
‘Peki geliyorum’ dedim, oraya gittim. İdari İlimler Fakültesi Dekanı Yaşar Gürbüz de yanımdaydı. Orada baktım, uzun boylu bir öğrenci, parkasıyla onların karşısındaydı.
‘Sen ne istiyorsun’ diye çıkıştım ona...
‘Bir şey istemiyorum. Buraya geldim, bakıyorum’ dedi.
‘Karışma sen bu işlere’ dedim, onu gönderdim.
Sonradan Yaşar bana ‘Bizim o gün konuştuğumuz çocuk Deniz Gezmiş’miş’ dedi.
‘Nerden biliyorsun’ dedim.
‘Bana öyle söylediler’ dedi. Yani o Deniz Gezmiş’se, böyle bir görüşmemiz oldu, kim olduğunu bilmeden... Bir daha da görmedim. Fakat anlaşılan o, gelip gidiyormuş üniversiteye...
Evimize bomba
O dönem biz eşimle Mebusevleri’nde oturuyorduk.
16 Ocak 1971 gecesi geç vakit telefon çaldı. Telefonu ben açtım, birisi bana:
‘Ben Deniz Gezmiş’im’ dedi.
‘Ne istiyorsun’ dedim.
‘Siz ne yapıyorsunuz’ filan dedi, kapattı telefonu.
Arkasından büyük bir gürültüyle bizim evin kapısı havaya uçtu.
Biz yukarıdaydık. Sanıyorum bizim yukarıda olduğumuzu teyit etmek için telefon ettiler. Biz telefona cevap verince de kapıya koydukları dinamiti patlattılar.
Muazzam bir gürültü oldu. Aşağı indik baktık, kapı kırılmıştı.
İlk anda bir şey hissetmedik pek! Çünkü ani oldu. Garip bir şey diye baktık! Tabii komşular geldi, herkes doluştu. Yapacak bir şey yoktu. Çankaya’ya babamın evine gittik, gece orada kaldık. Bir süre orada oturduk.
Kimin yaptığı anlaşılamadı. Fakat Deniz Gezmiş’in aradığını sanmıyorum. Niye arasın beni?
Benim rektörlüğü bırakmamı isteyen birileri yaptı sanıyorum. Hayatıma kast için değildi herhalde; öyle olsa başka türlü yaparlardı. Korkutmak amaçlıydı muhtemelen ama devam ettim göreve...”
KAÇIRILAN UÇAK
Abim kaçırılan uçaktaydı, ama babam pazarlığa yanaşmadı
“Ecevit’in babama karşı aday olduğu CHP kurultayına ben gitmedim ama kazanınca bir telgraf çekip Ecevit’i kutladım. Ondan Ecevit de memnun kalmıştı; basına ‘İnönü ailesinden yalnızca Erdal İnönü beni kutladı’ demişti.
O gün Ömer abim Ankara’ya gelmişti. İstanbul’a dönerken öğrendik ki bindiği uçak Bulgaristan’a kaçırılmış.
Tabii büyük bir kriz oldu. Hepimiz çok telaş ettik.
Tam da Kurultay günüydü. Babamın kalp rahatsızlığı nüksetmişti. İkide bir kalbi tutuyordu ve tam rahatsızlığı geçmişken bu hikaye oldu.
Türkiye’de ilk defa bir uçak kaçırılıyordu. Oradaki gazetecilerle konuştuğumuzda öğrendik ki, uçağı kaçıranlar, istedikleri olmazsa içerdeki herkesi öldüreceklerini, uçağı da havaya uçuracaklarını söylüyorlar. Ellerinde imkan da var.
Böyle ters bir durum... Abim de orada...
Babam için feci bir durumdu. Ama orada babam, kaçırılan uçakta oğlu olduğu halde ‘Korsanların dediklerini yapın’ gibi bir şey söylemedi. Pazarlık yapma taraftarı değildi.
Uzaktan, sesini çıkarmadan izledi gelişmeleri...
Sonra bıraktılar yolcuları...”
REKTÖR SEÇİMİ
En sakıncalı aday benim
“60’ların sonunda ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş öğrenci hareketlerinden sıkılıp rektörlükten ayrılmaya karar verdi. Giderken beni vekil bıraktı.
O günlerde Akademik Konsey, ‘Yeni rektör nasıl birisi olsun’ diye bir toplantı yaptı. Orada 3 aday gösterdiler:
Birisi bendim.
İkincisi İdari İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Yaşar Gürbüz.
Üçüncüsü Mühendislik Fakültesi’nden Prof. İsmet Ordemir...
Ben de o Genel Kurul’a gittim ve kısa ama eğlenceli bir konuşma yaptım. Dedim ki:
‘Rektörlük için öğretim üyeleri 3 aday bildirdi. Duyduğumuza göre Mütevelli Heyeti’nin bunlara itirazı varmış. İsmet Ordemir’in hiç yönetim tecrübesi olmadığını söylüyorlarmış. Ama tecrübe, iş yaparak edinilir. Seçilirse pekala tecrübe edinir.
Öteki adayımız Yaşar Gürbüz’ün solda olduğunu iddia ediyorlarmış. Bu da geçici bir sakıncadır. Zamanla nereden geldiği unutulur, ortaya gelir. Bunlar geçici şeylerdir. Ama benim için yaptıkları itiraz, en önemlisi... Çünkü Mütevelli Heyeti, benim soyadıma, yani İsmet İnönü’nün oğlu olmama itiraz etmiş. Bunu değiştirmek kimsenin elinde değildir. Bu, doğa yasalarına aykırıdır. Gördüğünüz gibi benimki, en düzeltilmeyecek durum. Onun için beni adaylıktan çıkarın. Öbür adaylarınız kalsın’ dedim.
Tabii çok güldüler ve alkışladılar. Ama dinlemediler beni...”
12 MART
Sorgulanmak ağrıma gitti
“12 Mart’tan sonra rektörlüğü bırakıp rahatlamıştım. Öğretim üyesi olarak devam ediyordum. Ama benim de öğrenci ayaklanmalarında rolüm varmış gibi dedikodular oluyordu.
Bir gün üniversiteden dönerken jandarma durdurdu, sonra bıraktı.
Ertesi gün sıkıyönetim savcılığı çağırdı. Bir genç savcıyla birkaç saat konuştuk. ‘Üniversitede ne oldu’ diye uzun boylu sordu. Benim rolüm olup olmadığını soruşturdu. Ben anlattım yaptıklarımı... İfademden tatmin oldu sanırım ve tutuklamadı, bıraktı beni...
Savcılar nihayetinde görevlerini yapıyorlar ama kamuoyunda da beni suçlayan bir hava vardı gördüğüm kadarıyla... Suçlanmanın zararı yok da ben kendi açımdan fedakarlık yaparak o işi yürütüyordum. Buna rağmen sonunda suçlanmak, tabii insanın ağırına gidiyor. Evet, kırgındım!
İstifa ettiğimi babama söylediğimde, o tabii daha tecrübeli olduğundan ‘Meyus olma’ dedi bana... Kendi kendime ‘Meyus olmayayım ama olunmayacak bir durum değil’ diyordum. Ama babam haklıymış. Birkaç ay ‘meyus’ dolaştım, sonra geçti. Babamın dediği doğruydu; böyle şeyler oluyor hayatta...
Bunları gereğinden fazla abartmamak lazım. Aksi takdirde insan devam edemez.”
İSMET PAŞA’NIN SON SÖZÜ
Annenize iyi bakın!
“Babam son günlerinde yorgundu. Rahatsız olduğunda, biz de eve gider, anneme yardım etmeye çalışırdık. Sonuna kadar aklı başındaydı. Ama bazen aklına birtakım hayaller geliyordu. Hatta bir defa hükümetin kendisine güvenlik konusunda bir şeyler sorduğunu hayal etmiş, yanına gelen arkadaşlarına ‘Hükümet böyle soruyormuş aman dikkat etsinler’ gibi şeyler söylemişti. Son kez rahatsızlandığında gene annem çağırdı. Gittik hemen... Babam beni gördüğünde odasında, koltukta oturuyordu. ‘Çok ıstırabım var’ dedi. O ara kız kardeşim de gelmişti:
‘Annenize iyi bakın’ dedi. Bana son söylediği söz bu oldu: ‘Annenize iyi bakın!’ Ondan sonra yattı; bir daha kalkamadı. Vefat ettiği gün ben Pembe Köşk’teydim. Hatta belki en son gören ben oldum. Yatarken yanındaydım. Birdenbire gözlerini açtı, bir şey söyleyecek gibi oldu. Sonra tekrar kapattı. Hemen doktoru çağırdım; kalbi durmuştu. Uğraştılar ama bir daha kalbini çalıştıramadılar.
YARIN
* 12 Eylül’de anayasaya hayır oyu verdİm.
* Eşİm “Erdal yapma” dİye bağırıp telefonu yüzüme kapattı.
* Evren, “Sİz bu İşlerİ bİlmezsİnİz” dedİ. Kamçılandım.
* Arkadaşlara, “Sİz gelmeyİn, ben babamın kabrİ önünde duracağım bİraz” dedİm.
* Ahmet Durakoğlu elİnde bİr zarfla İçerİ gİrİp “Vetolar geldİ” dedİ.
* Mamak’takİ duruşmaya gİderken hapsİ göze almıştım.